Friday, March 30, 2012

24-25. günler

Şu "oruçtayım, aman kendimi ne kadar da enerjik ve hafif hissediyorum" durumunu dün biraz abartmışım. Sabahki seansım başlamasına 1 saat kala iptal oldu (hoş değil!). Evde kalsam oturup sinirlenecektim, onun yerine uzun zamandır planladığım boğaz yürüyüşüne çıktım. Evden çıkmadan sadece 2 bardak ılık su içmiştim, otobüse bindim ve Kuruçeşme'de indim. Aslinda yürümeye evden başlayıp araya toplu taşım aracı koymamak daha iyi ama Beşiktaş-Kuruçeşme arası yolda yürümek bana hiç keyifli gelmiyor. Kuruçeşme'den 2. köprüyü geçene kadar, oradan da geri Bebeğe yürüdüm.

Yürürken kendimi gerçekten çok iyi hissettim, pek de yorulmadım ama eve gelince bir anda çöktüm. Nasıl bir üşüme ve titreme, sonrasında geceye kadar geçmeyen bir başağrısı. Eve gelince 2 portakal ve 2 greyfurtun suyu sıktım, yarı yarıya sulandırıp içtim. Öğleden sonra da 2 salatalık, 2 yeşil elma, 1 bağ ıspanak, 1 tutam ısırgan, 6 yaprak karalahana ve yarım lime sıktım. Yarım bardak içebildim ama sonra baş ağrısı o kadar arttı ki su hariç hiçbişeyin görüntüsüne dayanamaz oldum. Midemde azıcık bişey olsa kesin kusardım. Kalanı anca gece yatmadan önce bitirebildim. Kendimi zorlanmış hissetmesem de demek ki bu kadar fiziksel aktivite orucun hiçbir döneminde çok da iyi değil. Yıllar önce 92 günlük oruç tutan bir arkadaşım da birgün kendini iyi hissedip koşuya çıktığını ve sonra saatlerce kustuğunu yazmıştı.

Bugün yine yürüme ve deniz kıyısında olma isteğiyle uyandım ama güne daha yumuşak başlamaya karar verdim. Ne garip bir durum, bu orucun beni kendime yakınlaştırdığını düşünüyorum. Hayattaki her türlü ıvır zıvırı kaldırdıkça ya da azalttıkça iç sesimi, neyin gerçekten ihtiyaç, neyin istek, neyin ego olduğunu daha kolay ayırt edebilip ona göre davranacağıma inanıyorum. En azından daha önceki oruçlarımda hep böyle oldu. Ama dün uzun uzun yürümeyi gerçekten isteyip de sonra evde o kadar kötü olunca aklım karıştı. Ya boğazda uzun bir yürüyüşü hırs yapmıştım ve farketmedim, ya da hala içimde bi yerlerde o kadar çok çerçöp var ki neye ihtiyaç duyduğumu net duyamıyorum. 

Cuppa Cihangir
Sıcak suyumu içtim, uzuuun bir meditasyon yaptım. Sonra günlerdir birikmiş maillerimi ve yapılacaklar listemi temizlemek için bilgisayar başındaydım. Dün bir arkadaşım beni meyva suyu içmeye davet etmişti. Ne nefis ve düşünceli bir teklif, değil mi? Bugün Cihangir'deki Cuppa'ya gittik. Ben ki "Cihangir sevmem, asla inmem" diye söylenir dururum, Cuppa'ya da meyva sularına da bayldım. Günlerdir hep bişeyleri yetiştirmek, dersten önce yerleri temizlemeyek, iş planlarıyla uğraşmak falan derken gerilmişim de farketmemişim. Saatlerce kucağımda delice tüy döken bir kedi, elimde üzümlü nefis Jedi Juice ve çok güzel bir muhabbetle ruhum yumuşadı yahu.

Kendimi uyumlu ve rahat diye bilirdim, hatta Bali'de takıntılarımın çoğundan arındığımı düşünürdüm. Şimdi sivri köşelerimi farkediyorum. Rengi uymayan meyvaları birlikte sıkmam, hiç gitmemiş olmama rağmen Cihangir'i sevmem, boğazın belirli noktalarında yürümem... Zor


Akşam evde ıspanak, ısırgan, pazı, kereviz sapı, yeşil elma, salatalık ve lime suyu sıktım. Gece evde kalıp biraz daha çalışırım diye düşünüyordum ama üst kat komşum az önce terasında barbekü yapmaya başladı ve kokusu fena halde bana geliyor. Sanırım dayanamayıp kaçacağım.

Thursday, March 29, 2012

duygusal yeme

Olmazsa olmaz diye düşünülen şeyleri kısıtlamanın çok faydaları var. Hepimizin olmazsa olmaz listesi farlıdır ama beslenme, barınma, diğer insanlarla iletişimde olmak çoğumuz için ortak öğeler olsa gerek. Bunlardan birini kısıtladığınızda, kökten değiştirdiğinizde ya da durdurduğunuzda aslında kendimizle ilgili yeni şeyler öğrenip, daha önce hiç farkında olmadığımız yönlerimizle yüzleşebiliyoruz.

Oruç tutmanın fiziksel, spiritüel ve duygusal alanlarda çok faydaları var. Fiziksel sağlığa olan faydalarına daha önce değinmiştim. Bu geçen 23 günde duygusal faydalarıyla da oldukça çok yüzleşme şansım oldu.

Yemek tartışmasız hayatın devamı için en gerekli birkaç şeyden biri. Ama çoğumuz yemeği artık fiziksel bedenin ihtiyaçlarını karşılamaktan daha çok duygusal açlıklarımızı gidermek için kullanıyoruz.

Eski çağlarda, insanlar acıktıklarında karınlarını doyurmak için yerlermiş ve zaten işlerinin büyük bir kısmı bedensel olarak çalışmayı da gerektirdiği için yediklerinin kalorisini büyük ölçüde yakarlarmış. Ancak duygusal yeme davranışında kişiyi yemeye yönlendiren şey aslında açlık değil, çözümlenemeyen duygular. Açlık yavaş yavaş gelişir ve midede hissedilir, buna karşılık, duygusal yeme atağı aniden meydana gelir ve özellikle ağızda, bir şeyler yeme isteği olarak kendini gösterir. (kaynak: İlknur Yılmaz)

 Daha az miktarda ve çeşitte yiyen toplumların çok daha uzun ve sağlıklı yaşadığına dair birçok çalışma var (Japonya'nın Okinawa adasında yaşayanlar, Pakistan dağlarındaki Hunzalar vb) Fakat bizler durmadan daha fazla çeşit, daha fazla ve daha yoğun lezzetler peşinde koşuyoruz. Enerjiye, proteine ihtiyacımız olduğu için değil, sinirlenip öfkemizi gösteremediğimiz için, üzülüp o an ağlayamadığımız için, kalbimiz kırıldığı ve sarılıp sevgi gösterecek kimse bulamadığımız için yiyoruz. Hatta bazen sadece yiyebildiğimiz için yiyoruz. Reklamlar bile duygularla yiyecekleri eşleştirmiyor mu? Sevgiliden ayrılınca dondurma, sevişemeyince çikolata, başarıyı kutlamak için bonfile. Televizyon izlemeyen biri olarak benim repertuarım bunlarla sınırlı ama dikkat ederseniz duygu-yiyecek eşleştirmelerinin gittikçe arttığını farkedersiniz.

Hayatımın farklı dönemlerinde 48-98 aralığında olunabilecek her kiloda oldum. Duygusal yeme dönemlerim olduğunu biliyordum ama tetikleyicileri çok net ayırt edemiyordum. Bu oruç sırasında gözlemleme şansım oldu ki ben yapmam gereken işleri savsaklayıp, bundan da kaygı duyunca taneli şeylere saldırıyorum. Mesela aylardır web siteme Türkçe içerik oluşturmam gerek ve bu yapmayı istemediğim birşey. Bu her aklıma geldiğinde dolabın kapağını açıp bir zeytin yiyordum. Ya da "bu sefer yapıcam" diye bilgisayarın başına oturduğumda daha bir cümle yazmadan bir kase kaju fıstığı bitirmiş oluyorum. Sanırım web sitesinin diş geçiremeyeceğim kadar büyük olduğunu düşünüp hırsımı bir lokmada yiyebileceğim küçük taneli şeylerden alıyorum. Yada kendimi yalnız hissettiğimde (ki malesef bu Türkiye'ye yerleştiğimden bu yana ortaya çıkan yeni bir durum) yumuşak, krema gibi şeylerde teselli buluyorum. Humus, patlıcan ezme, muz gibi. Onların yumuşaklığı bana iyi bir his veriyor olsa gerek. Ve tabii ki herhangi bir nedenden kendimi ödüllendirmek istersem mutlaka bitter çikolata alıyorum. Bunları farkedebilmiş olmak beni çok mutlu eden adımlar oldu, hatta belki de bu seferki orucun en faydalı sonuçları arasında. Orucun süresi uzadıkça daha derinlerde kalmış şeylerin de yüzeye çıkıp çözülmek için zaman bulabildiğine inanıyorum ve kalan günlerde daha neler çözülcek çok merak ediyorum.

Wednesday, March 28, 2012

22-23. günler

portakal seni seviyorum ama bir süre ayrı kalalım
2 gündür Ankara'dayım, birkaç saat önce geldim. Sebze-meyva suyu orucu açısından en başarılı günlerim olmadı. Fakat hayatımda hiç yapmadığım şeylere adım attığım ve büyük ihtimalle bundan sonraki birkaç yılımı çok etkileyecek kararlar aldığım bir seyahatti.

Salı sabahı otobüse binmeden önce yarım litre kadar yakın yeşil elma, salatalık, kereviz sapı, ısırgan, zencefil ve lime suyu sıktım. Otobüsü beklerken bir portakal suyu içtim, yolun kalanında da yanımdaki yeşil karışımı bitirdim. Bu tekrar Istanbul'a dönene kadar içtiğim son sebze suyu oldu. Sonraki yaklaşık 30 saat boyunca portakal, greyfurt, limon havuç ve elmanın çeşitli kombinasyonları ve bolca bitki çayı tükettim. Hava zaten çok soğuktu, zeytin yaprağı, ekinezya, biberiye çaylarını içip durdum, hiçbişey olmasa kaynar su dolu kupayı ellerimin arasında tutmak çok daha iyi geldi. Ben "6 yıldır kış görmedim, soğuğa olan alışkanlığımı yitirdim" derken önce Istanbul 43 yılın en soğuk kışını yaşadı, sonra Mersin'e kar yağdı, en son da bu sabah bademlerin bile çiçek açtığı Ankara'ya kar yağdı. Nereye gitsem kar yağıyor. Aylardır kendimi yanlışlıkla kutuplara postalanmış deve gibi hissediyorum, yeter yahu.

Son iki gün kesin olarak gösterdi ki sadece meyva suyuyla arınmaya çalışmak hiç iyi değil. Elma ve havuçtaki şeker bile fazla geliyor. Kazara kaçan incecik posalar hariç sindirim sistemime 23 gündür katı hiçbirşey girmedi. İçtiğim herşey de saf ve vitamin, mineral, enzim yönünden çok zengin sıvılar. Şu anda sindirim sistemim yeni doğmuş bir bebeğinki kadar temiz ve hassas. Biraz fazla şeker, çok soğuk içecekler, çok keskin tadlar, kokular beni normalden kat kat fazla etkiliyor. Hele sigara dumanı mahvediyor.


Pazartesi akşam Tarlabaşı'na kargo yetiştirmeye çalışırken düşüp dizimi biraz yaraladım. Neyse ki geçen günlerde ağrısı geçti diye sevindiğim sol dizim değildi. Eve dönüp hemen dinlenmek ve buz koymak akıllıca olurdu ama çok işim vardı ve dizimin şişeceğini ve sonra daha yavaş iyileşeceğini bile bile yürümeye devam ettim. Ancak 2 saat kadar sonra bacağımı uzatıp buz koyabildim, fakat arada durmadan içgörü meditasyonu (insight meditation/Vipassana) yaptım. Acıdan kaçmak ya da başka şeylerle aklımı dağıtmaya çalışmak yerine gözlerimi kapadım ve acının tam merkezine gidip orada onunla kaldım. Bir süre sonra o noktada acı kayboldu ve biraz yana kaydı, ben de dikkatimi onunla kaydırıp ve hep acı, yanma, ağrı hissini takip ettim. Farkındalığı yeterince içe döndürebilir ve zihnen hareketsiz kalabilirseniz bedendeki her türlü duyumun bir noktada belirdiğini, bir süre kaldığını ve sonra çözülüp yokolduğunu farkedebilirsiniz. Delirtici kaşıntılardan ağrılara her türlü duyum için geçerli bu. Bir süre sonra gayet yürüyebilir haldeydim. Ertesi sabah da hiç morarma olmadan uyandım ve üzerine 6 saat otobüs yolculuğunda bacaklarımı sarkıtmış olmama rağmen şişmedi. Bu oruçla birlikte bedenimin kendi kendini onarma ve yenileme kapasitesinin arttığını hisediyorum. Ayrıca sanırım boşta bi yerlerde şişmeye yol açabilecek fazladan lenf sıvısı da kalmadı. İçgörü meditasyonunun en çok işe yaradığını düşünüyorum ama  tek kelime konuşmadığı 11 günlük meditasyon kamplarında mutlu olan, arınmak için 40 gün kendini yiyecekten mahrum eden, kanser olmayayım diye bağırsaklarını yıkatan birinin görüşü bu...

Eve gelirken manava uğrayıp bir sürü sebze aldım. Biraz mineral yüklemesi yapmakta fayda var. İlk iş 1 bağ ıspanak, yarım demet maydonoz, yarım demet ısırgan, 4 sap kereviz, 3 yeşil elma, yarım lime ve biraz zencefil sıktım. Yarım litreden biraz fazla su çıktı. Şimdi tüm o muhteşem yeşillerin hücrelerimi beslediğini hissederek huzur içinde oturuyorum.

Tuesday, March 27, 2012

19-21. günler

18. gün Mersin'de laylom geçiyor, hayat güzel derken biraz aceleci davranmışım. Mersin'den dönerken hava alanında ciğerlerimde  bir ağrı başladı, ertesi geceye kadar da artarak devam etti. Bali'de ve Tayland'da son aylarda gördüğüm her şifacı ciğerlerimde bir sorun olduğunu iddia ediyordu, hatta en son bir Uygulamalı Kinesiyoloji uzmanı test etmişti ve kesinlikle virütik bir enfeksiyon geçirmekte olduğumu söylemişti. Ben ciğerlerimde herhangi bir sorun hissetmiyordum ama tabii bu bi virüsün bi yerlerimde kendine yuva bulmadığı anlamına gelmiyor. Bu ağrılı geçen zamanda - ki hala ara ara kendini hissetiriyor - ya o enfeksiyon iyileşti, ya da 16 yıl boyu sigara içmiş olmamın izleri hala temizleniyor... Sigara içerken bile hiç ciğer ağrısı çekmemiştim, rahatsız edici bişeymiş.

şöyle tropik bi güneşte fotosentez yapmaya hasretim
Fakat aynı dönemde yıllardır benimle olan diz ağrımdan kurtuldum ki bu da bonus oldu. Bu garip bir ağrı, ne zaman başladığını hatırlamıyorum ama yoga yapmama hatta bağdaş kurup oturmama ciddi engel olan bir ağrıydı ve fiziksel hiçbir sebebi yoktu. İlk katıldığım Vipassana kursunda her 5-10 dakikaya bir kıpırdaşıp bacaklarımın yerini değiştirerek durumu idare etmeye çalışmıştım. Ancak Vipassana özünde bir içine dönüş meditasyonu; herhangi bir yerde bir rahatsızlık varsa ondan kaçmaya çalışmak yerine tam da merkezine dalıp orada ne olduğunu gözlemlemeyi ve onunla kalmayı içeriyor. 5. günün son oturumda gaza gelip 25 dakika hiç hareket etmeden sol dizim acıdan zonklamasına ve alev alev yanmasına rağmen o hislerle kalmayı başarmıştım (buradan detayları okuyabilirsiniz). Ve sonra diz ağrım Istanbul'a taşınana kadar kendini unutturmuştu. 3 aydır varolan ve çaktırmadan da artan bu ağrının kaybolması beni çok mutlu etti.

12. günden sonra bir süre kendimi acayip enerji yumağı gibi hissetmiştim. O dönemde uykum ve sivilcelerim de çok azalmıştı. Hatta ciddi ciddi "herşey çok yolunda, acaba bu detoks buraya kadar mı, sıvı hayatı bitirip katı hayata geri mi dönsem" diye düşünmüştüm. İyi ki biraz daha beklemişim, 18 günün akşamı sanki yeni bir arınma dalgası başladı ve hala devam ediyor. Dilimin üstü ve dişlerim tekrar o garip beyaz katmanla kaplandı - ki bu toksinlerin vücuttan tamamen atılmadan önce geçici olarak kan dolaşımına katıldığının göstergesi. Kesinlikle ilk günler kadar kötü ve yorgun değilim, hergün kısa ya da uzun mutlaka yürüyecek enerjim oluyor ama öğleden sonra 15 dakika bile uyusam kendimi çok daha iyi hissediyorum. Ara ara yine ciddi üşüme nöbetleri geliyor ama kısa sürüyor.

Benim için en önemlisi meyva şekerine iyice hassaslaşmış olmam, saf meyva suları içince kendimi çok iyi hissetmiyorum. Ve son günlerde canım kesinlikle meyva ya da sebze suyu istemiyor. Sabah uyandığımda saatlerce (genelde 5-6km yürüdükten ya da tüm derslerim bitene kadar) sadece su, tarçın çayı ya da biraz greyfurt sıkılmış ılık su içebiliyorum. Akşama doğru ya aşağıdaki dönerciye inip bir bardak portakal suyu içiyorum ya da en fazla 1 litre kadar içinde mutlaka ısırgan otu olan yeşil bir karışım içiyorum, o da zorla ve sadece çok seyahat ediyorum mineralsiz ve vitaminsiz kalmayayım diye. Vücudum birkaç günlüğüne su orucu istediğini çok net hissediyorum ama bu aralar onu yapmak için iyi bir zaman değil. Çünkü su orucundan en fazla fayda dinlenirken alınıyor. Ankara dönüşü evden çıkmadan sadece su içerek geçireceğim birkaç günün hayalini kuruyorum.

20. gün yarı yoldu, bu sürede gözlemlediklerim:
- Cildim çok yumuşadı ve ilk günlere göre çok temiz hissediyorum.
- Yüzüm biraz daha ışıltılı ve pembe görünüyor (eli kamera tutan biri fotoğrafımı çeker mi lütfen? orucun yarısında neye benzediğimi de paylaşmak istiyorum)
- Çenem hala sivilceli. 
- Diğer tüm oruçlarımda bol ve sıcacık güneş ışığım vardı ve ben fotosentez yaparcasına saatlerce güneşlenebilirdim. (detoks sırasında 40 derecede öğlen güneşinin altında hiç korumasız yatınca asla yanmaz, kızarmaz ya da soyulmazdım, bu da eğer sisteminiz temizse güneşin zararı değil aksine faydası olacağının en güzel kanıtıydı) Şimdi fena halde güneşin eksikliğini hissediyorum.
- Tartım yok o yüzden başlangıç kilom neydi çok emin değilim. 18. gün annemin evinde tartıldım. En az 4, en fazla 6 kilo aralığında bişey vermişim.
- Özellikle boynum, el ve ayak bileklerim çok inceldi. Bi garip oldu aslında, kendimi tam anlamıyla tavuğa benzetiyorum, incecik boyun, bacaklar ve kocaman bir popo
- Eklemlerim kesinlikle çok daha mutlu ve kaslarım çok da yoga yapmamama rağmen oldukça esnek
- Daha rahat uyuyor ve uyanıyorum
- Artık enerjim ne kadar düşmüş olursa olsun en azından 3-4 kilomtre yürüyecek gücüm mutlaka oluyor. Mesela bugün 7 kilometreden fazla yürüdüm.
- Zihnim çok daha net, çok daha kolay konsantre olabiliyor ve okuduklarımı çok kolay anlıyorum.
- Acayip duygusal oldum, ama genelde üzüntü, hayal kırıklığı gibi duygular ilgisiz zamanlarda yüzeye çıkıyor. Desperate Housewives'ın geçen bölümünde Mike Delfino'nun cenazesini izledikten sonra gece 2 saat ağladım, valla Susan bu kadar üzülmemiştir. Kim bilir neyin çözülmesiydi. Çok garip zamanlarda böyle ağlama nöbetleri geliyor, bu da duygusal arınmanın kendince yer değiştirmeli bir yansıması olsa gerek.

Friday, March 23, 2012

17-18. günler

Bugün 18. gün. En uzun arınma orucum oldu! Bir öncekini 16. günde bitirmek zorunda kalmıştım.
Dün oruca başladığımdan beri en çok ve en çeşitli yeşil su içme günüm oldu, acayip mutluyum. 
hepsinin suyunu çıkardım!
Babam Mersin'in altını üstüne getirmiş, Akdeniz bitki örtüsünde yetişebilen ne kadar ot varsa hepsinden birer çuval yüklenip eve gelmiş. Aralarında bazılarının adlarını eminim botanikçiler bile bir görüşte bilemez. Darı ambarına düşen tavuk misali bir suteresi karışımlı içecek, bir karalahana ve ıspanaklı içecek bir de adını bilmediğim otlardan kokteyl yapa yapa günü geçirdim. Yaptım dediğim de yalan aslında, otlar mutfağa yığıldıktan bardağa dolana kadarki her aşamaya da annem sponsor oldu. Ben sadece içtim. Daha dün gece "aman arınmadayken seyahati de hiç sevmem" diye mızıldanıp duruyordum, şimdi kalan 23 günü burada geçirme şansım olsa herhalde atlar gelirdim. Istanbul'da sadece Balık Pazarı'ndaki sosyete manavında bulabildiğim ısırgan otunun demeti 5 lira, buradaysa daha gür bir demet sadece 50 kuruş. Ağlamak istedim. Bugün valizimi otla marulla falan doldurup dönüyorum. Sebzelerin ve otların çeşit bolluğu, tazeliği, ucuzluğunun yanı sıra dün akşam güneş batarken, bugün de sabah erken saatte deniz kıyısında yürüyüş yaptık ki Mersin gözüme daha da bir sevimli geldi. Her gün 3 litre yeşil sebze suyu içip bir de Akdeniz kıyısında bir saat yürüyüş yapabilince hayat gerçekten bi güzel oluyormuş. İstanbul'da son 2 gün yaşadığım tembellikten utandım, dönünce sebzelerimi yepyeni bir motivasyonla sıkacağım.


Adana'da bir yoga stüdyosu olduğunu tesadüfen öğrendim, birazdan orayı ziyarete gideceğim. Oradan da tekrar Istanbul.

Wednesday, March 21, 2012

16. gün

Son birkaç güne ait güzel gözlemler:
- Geçenlerde parmağımı kesmiştim. Çizikler, kesikler, morarmalar bende çok geç iyileşir ve ne kadar yüzysel de olsa genelde iz bırakır. Bu kesik biraz derince olmasına rağmen 2. günde tamamen kapanmıştı! Gözlemlenebilir, havaya mikroba açık bir yara eskisine göre bu kadar kolay kendini tamir ettiyse içerideki değişim, onarım ve yeniden yapılanma sürecini tahmin bile edemiyorum.
- Artık her sabah uyuduğumdan 7 saat sonra mutlaka alarmsız uyanıyorum. Fakat uyanmak yataktan kalkmayı da beraberinde getirmiyormuş, o konuda biraz daha çalışmam gerek.
- Dilimin üstündeki o kalın, beyaz tabaka nerdeyse tamamen gitti. Dişlerim de eskisi kadar yapış yapış değil. Bu da ağır toksinlerin atıldığının bir göstergesi.
- Sol dizimde kendimi bildim bileli kronik bir ağrı vardı, bir Vipassana kursu sırasında tamamen geçmişti. Ama o ağrı son birkaç aydır geri dönebileceğinin acı sinyallerini vermeye başlamıştı. Bugün bir asana gösterirken farkettim ki dizim Vipassana sonrası kadar rahatlamış. 
- Yarın Mersin'e gidiyorum, sadece bir geceliğine. Arınma dönemlerinde evimden ve juicer'ımdan çok uzaklaşmayı tercih etmiyorum ama bu ertelenemez bir seyahat. Gerçi daha önce bir kere de Mayıs ayında, hava çoktan 40-45lere ulaşmışken bir haftasonu Umman'da Wahiba çölünü aramaya gitmiştim. Adı üstünde çöl, en yakın kasaba merkezini geçtikten sonra taze meyva suyu bulmaya çalışmak akla zarar bir çaba. O sıcakta ve güneşte sırtımda fotoğraf makinası, kumlara tırmana ine günde iki bardak portakal suyu ve bir hindistan cevizi suyuyla yaşamıştım.Gece de elektiksiz bir çöl kampında kalmıştım. O günlerden bir fotoğraf:
bir de tatlı tatlı kum fırtınası vardı, herşey o yüzden uçuşuyor
O haftasonu dehidrasyon, baş dönmesi ve halsizlik benim için yeni bir anlam kazanmıştı... Umman'da bir çölde 2 gün yaşadıysam Mersin'de sıkıntı çekeceğimi düşünmek şımarıklık. Ama Istanbul'a taşınırken annemlerin juicer'ına elkoyduğum için orada sebze suyu sıkabileceğim bişey yoktu. Benimkini yanımda mı götürsem, orada birilerinden bir geceliğine ödünç mü alsam diye düşünüyordum. Anneme sordum ve aslında yeni bir juicer almak istediklerini söylediler. Annem hem 10 gün kadar önce geldiğinde beni görmüştü ve arınmanın yararları konusunda saatlerce konuşmuştum hem de zaten her gün bloğumu okuyup olanları takip ediyormuş. Babamla birlikte sağlıklı ve yeşil beslenme fikrine o kadar sıkca bakmaya başlamışlar ki hem yeni bir juicer alıp her gün taze sıkılmış bir bardak yeşil sebze suyu içeceklermiş hem de glutenli ve beyaz şekerli yiyecekleri bırakacaklarmış! Hatta annem, teyzem ve babam glutenli ürünleri bırakalı nerdeyse 10 gün oldu. Bundan büyük mutluluk olabilir mi?

Konuşarak, süslü sözlerle, fotoğraflarla, bilimsel raporlarla bir başkasını değiştirmenin mümkün olmadığına inanıyorum.Gerçek değişim için sadece örnek olabilirsiniz. İnsanlar sizin birşey yaptığınızı ve onun sizde olumlu etkileri olduğunu görürlerse ancak o zaman ve sadece belki bu konudaki davranışlarını değiştirebilirler. O da belki... Çünkü çoğumuz alışkanlıklarımıza ve davranış kalıplarımıza o kadar bağlıyız ki. "Atın ölümü arpadan olsun" diyerek akciğerleri iltihaplıyken hala sigara içenler, bağırsak kanseriyken mangalda sucuk yemeye devam edenler. Ölüm riski bile bazen insanları değiştiremezken raporlar araştırmalar falan çok bişey ifade etmiyor. Yıllar önce yurtdışından gelen bir doktor televizyona çıkıp "Günde bir avuç fındık yiyin" demişti. O hafta Mısır Çarşısı'nda fındık kalmamıştı. Şimdi o Mısır Çarşısı'nı talan edenlerden hala kaç kişi her gün bir avuç fındık yiyor acaba?

Mesela "yoga sigara bıraktırır" diyen ama fosur fosur sigara içen bir yoga hocası olsam, benim ve yoganın güvenilirliği ne kadar olabilir ki? Oyüzden kişi ancak kendi davranışlarıyla bir başkasına örnek olup, sadece bir değişme isteği yaratabilir diye düşünüyorum - gerisi beyhude bir çaba. Kimse kimseyi değiştiremez. Ben hayatımda bir kere bile aileme "et yemeyin, unu bırakın, bunu yerseniz kanser olursunuz" demedim. Ama demek benim yaptığım bişeyler bende olumlu sonuçlar yaratıyor ve çevremdekiler de bunu açıkça görüyorlar ki onlar da bu seçenekleri en azından deniyorlar. Dubai'de glutenli ürünleri bırakan arkadaşlarım olmuştu. Burada da 2 ay kadar önce bir arkadaşım süt ve tüm ürünlerini tamamen kesti ve müthiş mutlu, bir başkası bir haftadır çiğ beslenme denemesinde. Bu blog başladığından beri mailler alıyorum "ben de yapmak istiyorum, nasıl başlasam" diye... Hepsi beni çok mutlu ediyor. Ama kendi ailemin daha sağlıklı olmak adına böyle büyük adımlar atması apayrı bir mutluluk. Yazarak anlatmam sanırım mümkün değil.

yeşil elma, ıspanak, ısırgan, lime ve zencefil
Bu sevindirici gelişmelerin yanında 16. gün çok koşturmacalı geçti. Bi tarafta gitmeden önce son dersler seanslar, alınıp paketlenip Mersin'e götürülmesi gerekenler ve arada iyice tembelleştiği için bir bardak bişey sıkmaya üşenip tüm gün sadece su ve tarçın çayı içen ben. Sonunda öğleden sonra 5 gibi oradan oraya yetişmeye çalışırken metroda bir kalp çarpıntısı ve baş dönmesiyle ya koşturmamam ya da ciddi ciddi besin almam gerektiğini hatırlayıp eve gelip güzel bir yeşil elma, ıspanak, ısırgan, lime ve zencefil suyu sıktım. Az önce de olgunlaşsın diye aldığım ananasın ben yokken çürüyeceğini farkedip onun da tamamını bir tutam ıspanak, evde kalmış 4 çilek ve zencefille sıktım. İkisi de hem şekerli hem de ıspanaklı olduğu için çok süperdi.

Bulmuşken birkaç Wahiba çölü fotoğrafı daha ekliyeyim:


14-15. günler

greyfurt, zencefil, nane suyu
Enerji topu halim 14. gün boyunca devam etti. Sanırım bunda güneşin çok ciddi etkisi var. Yıllardır hiç bu kadar uzun süre güneşten ve kavuran sıcaklardan mahrum kalmamıştım, tekrar güneşe kavuşunca pillerim şarj oldu. Sabah uyanıp birkaç bardak su içip yine kendimi sokağa attım. Tophane'nin oradan bi yerden sahile inip Kabataş'a kadar deniz kenarında yürüdüm. Eve dönünce yarım demet ısırgan otu, bir bağ ıspanak, yarım sivri biber, yarım lime, 4 sap kereviz, 8 salatalık ve 1 yeşil elma sıktım. Sulara acı biber katmayı tesadüfen keşfettim, salata suyu yaptığımda içine attığım biber acı çıktı. İlk tadınca biraz garip geldi ama sonra çok hoşuma gitti. Hem tad değişip çeşitleniyor hem de biraz daha ısıtıcı oluyor. Şişemi kapıp önce bir arkadaş ziyaretine, oradan da yogaya gittim. 1.5 saat Vinyasa çok iyi geldi. Salı gerçekten garip bir enerjim vardı, sanki hiç bitmeyecek bir yakıt kaynağına ulaşmış gibiydim.

Akşam da canım istememesine rağmen bir pancar, yarım baş kereviz, 6 havuç, yarım limon sıkıp içtim. Pek bi kötü oldu, ya bir pancar fazla geldi ya da canım istemediği için o an ne içsem zaten sevmeyecektim.

Sabahtan Kabataş'ta yürürken sahildeki çay bahçelerinde oturan insanlar dikkatimi çekti. Bir an ben de oturup denizi seyrederek güneşlenmek istedim. Ama ne tost, ne oralet ne de çay istemeyeğim için aslında çay bahçesinde oturmak çok da anlamlı olmayacaktı. İstesem iskelenin orada bir yerde oturup da güneşlenebilirdim ama zaten hızımı almış yürüyordum, devam ettim. Sonra tüm gün düşündüm, aslında ortalama bir günde, aktivitelerimin çoğuda öyle ya da böyle bir yemek ya da içecek öğesi var. Haftada bir Kadıköy'e zeytin (yemek) almaya gidiyorum, gitmişken de mutlaka Çiya'da falafel ve salata (yemek) yiyorum. Arkadaşlarımla ya Rumelihisarı'nda çay (içecek) için buluşuyorum ya da bi yerlerde kahvaltıya (yemek) gidiyorum. Mersin'e gittiğimde sabah mutlaka sahilde kahvaltı yapıyorum, öğlen Apo'dan ezme salata yiyorum ve akşam de evde humus oluyor (Çukurova zaten hep yemek!).

Bugün Nişantaşı'ndan eve yürüyerek dönüyordum ve yol boyu oruçta olmasam nerede oturup ne yemiş olurdum diye düşündüm. Çok fazla seçenek çıktı, ve eminim çok aç olmadığım halde mutlaka birinde oturup bişey yemiş olurdum. Yemek gün içindeki birçok faliyetim için ya amaç ya da araç. Son yıllarda hiçbir arkadaşımla yemeksiz ya da içeceksiz bir ortamda buluşmadığımı farkettim. Böyle eşleşmeler sayesinde yemek bir süre sonra gerçek amacı olan beslenmekten çıkıp başlı başına bir olay haline geliyor. Arkadaşlarla buluşmak değil de nerede buluşmak seçimi daha önemli oluyor. Yemekte oturup sohbet etmektense saatler menüden bişeylere karar vermek, sonra da garsonlara "peynirli otlu omlet istiyorum ama içinde peynir olmasın onun yerine mantar koyun" yönergeleri vermekle geçiyor... Ve tüm bunlar bir anda günlük hayat akışından soyutlanınca ortaya hem çok fazla zaman, hem de çok fazla enerji çıkıyor. O enerjiyi de içgörü olarak kendine çevirebilmek, kör noktaları, hiç sorgulanmamış alışkanlıkları ve hatta bağımlılıkları farkedebilmek bence bu tür oruçların en faydalı yanlarından biri.

15. gün üşengeçlikten dolayı çok fazla şekerli meyva suyuyla geçti. Sabahki greyfurt, nane ve taze zencefil suyu çok iyiydi. Öğlen yine dışarı çıkmam gerekiyordu. Yanıma bir litre kadar salatalık, ısırgan otu, ıspanak, lime ve yeşil elma suyu sıkıp aldım. Ama bişey tadını çok acımsı yapmıştı, tamamını içemedim. Öğleden sonra üstelik de güneşin altında yürüyerek eve dönerken yine müthiş bir üşüme geldi. Eve kendimi zor attım, kaloriferi açıp yorganın altına girip bir saat uyudum. Rahatsız bir uykuydu. 1.5 günlük enerji patlaması halinden sonra yine böyle bir detoks atağının gelmesi normal aslında. Akşam dersim var diye sürünerek yataktan çıktım, aşağıdaki dönerciden bir bardak portakal suyu alıp içtim.

Evde karışık yeşil yapraklı sebzelerin suyunu sıktığım zamanlarla böyle tembelleşip de dışarıdan meyva suyu içtiğim zamanlar arasında çok ciddi fark oluyor. İçinde ıspanak,  ısırgan, karalahana, pazı, maydonoz vb herhangi bir yeşillik olan suları içtiğimde sanki taa derinlerde her bir hücremin beslendiğini hissediyorum. Çok sakin, dengeli bir enerjim oluyor.




Tuesday, March 20, 2012

oruç türleri

Sağlık amaçlı tutulan oruçların birçok çeşidi ve varyasyonları var. Burada en çok duyduğum, okuduğum ve denediğim türleri özetleyeyim.

ön not: Her türlü orucu her bir yetişkin yapabilme kapasitesine sahiptir. "Ben yapamam" diye birşey asla geçerli değildir, ancak her oruç herkese uygun ve gerekli değildir. Bilinçsizce denenmemesinde yaşamsal fayda vardır.  

Sebze-meyva suyu orucu (juice fasting/juice feasting): Mide sindiriminin tamamen kapandığı ama içilen sebze-meyva sularındaki vitamin ve minerallarin bağırsaklardan emilmesi sayesinde vücudun gereken her türlü besini fazlasıyla aldığı muhteşem bir arınma ve yeniden yapılanma sürecidir. Kişinin isteğine ve ihtiyacına göre adapte edilebilir.

1 günden 100 güne kadar her uzunluktakini okudum ve takip ettim (google'da "100 day juice feast" diye aratınca sayısız blog ve videoya ulaşabilirsiniz). Günde sadece yarım litre sebze-meyva suyu tüketmeyi tercih eden de var, 7 litreye kadar çıkan da. İçtikleri tamamen posasız ve saf olsun diye süzen de var, bağırsaklar çalışmaya ve temizlenmeye devam etsin diye Karnıyarık Otu (psyllium husk) alan da. Orucunu sadece taze sıkma sularla kısıtlayanlar da var, omega-3 yağı, hindistancevizi yağı, spirulina gbi besin destekleri kullananlar da var. Kesin bir reçete ya da yasak listesi söz konusu değil. Ortak noktalar sebze ve meyvaların taze sıkılması, iyi bir sıkıcı kullanılması ve şekerli meyvalardan daha çok yeşil yapraklı sebze sularının tüketilmesi. Sonuçta herkesi mutlu eden ve fayda görmesini sağlayan bir sebze-meyva suyu orucu mutlaka var.

Genelde 10 günden daha uzun  süreli devam eden oruçlara juice feast, yani sebze-meyva suyu ziyafeti deniyor. Bu tanımı çok seviyorum. Ziyafet orucun tam tersine, hiç bir kısıtlama ya da fedakarlık anlamı içermiyor. Zaten düşününce bir sebze-meyva suyu orucunda alındığı kadar vitamin, mineral ve enzimi vücutlarımız daha önce hiç almamıştır. O yüzden aslında hücrelerimiz için gerçekten bir bayram oluyor.   

Gerson Institute ve Hippocrates Institute dünyada taze sebze ve meyva sularını kullanarak tedavi konusunda öncü ve uzman kuruluşlar. Gerson özellikle kanser tedavisinde çok ciddi başarılar elde etmiş ve bu konuda yaklaşık 2 saatlik çok bilgilendirici bir belgesel de var. Ben tamamini izlediğimde tüylerim ürpermişti. Önizleme için buraya tıklayabilirsiniz.

Su orucu (water fasting): Oruç tanımını tam anlamıyla hakeden türün bu olduğunu düşünüyorum. Belirlenmiş bir süre için sadece iyi kalite su içmek ve dinlenmeyi içeriyor. Düzenli olarak sindirim sistemine bir tatil vermek için haftada bir gün uygulandığını da, herhangi bir hastalıktan arınmak için aralıksız 40 güne kadar uzun sürelerle de yapılabildiğini okudum. Yeni başlayanlara uygun değildir, metabolizmadaki şok etkisini ve detoks semptomlarını azaltmak için deneyimli olanların bile bir geçiş dönemiyle su orucuna başlaması önerilir. Metabolizma, özellikle de kalp atışları çok yavaşlayacağından dolayı baş dönmesi göz kararması ve benzeri etkilere sık rastlanır.

Yemek planlamak/pişirmek/sipariş vermek/yemek ya da meyva-sebze suyu sıkmak gibi şeyler gündelik rutinden çıkınca ortada ciddi boş bir zaman kalır, hele de su orucunu evde dinlenerek yapıyorsanız. Hayatınız hep bir koşturmaca içinde geçiyorsa, aynı anda birden çok şeyi yapmaya çalışıyorsanız, elinizin altında hep bir yapılacaklar listesi varsa bu oruç bir adım geriye çekilip hayatınızı gözlemlemek için de fırsat olabilir. Gözlemlerin çok ilginç olacağına da eminim.


Kuru oruç (dry fasting): Katı ya da sıvı hiçbir şeyin tüketilmediği oruçtur. En zorudur ama amaç toksinlerden arınmaksa en etkilisi olduğu iddia edilir. Aynı zamanda, hemen her kısıtlama gibi spiritüelliği güçlendirir. Yeni başlayanlara uygun değildir, deneyimli olanların bile önce bir hafta meyva-sebze suyu orucu ve sonra birkaç gün su orucuyla kuru oruca geçiş yapması önerilir. Sindim tamamen kapanır, metabolik aktivite minimuma iner ama bağışıklık sistemi yabancı maddelerle savaşmak için en etkin durumundadır. Vücudun dehidre olması (ve sonunda hayatta kalmak için kandan su almaya başlaması) kaçınılmazdır o yüzden 2 günden uzun yapılmamalıdır. Bu konuda hala yapılmış çok fazla çalışma yoktur, o yüzden sonuçları da tartışmalıdır. Genelde kanser, AIDS vb hastalıkları ileri düzeyde olanlar yapısı bozuk hücreleri/tümörleri otolizle yoketmek için bu yönteme başvururlar. Sağlıklı bir bireyde tüm dengeleri altüst edebileceği için önerilmez.

Bunlar dışında smoothie orucu (sebze meyvaların suyunu sıkmak yerine blender'dan geçirilip posasıyla tüketilmesi), her öğünde sadece tek bir çeşit sebze ya da meyva yemek (sindirimi, özellikle de pankreatik enzimleri rahatlatan ama kan şekerini çok dalgalandırmayan) ya da her öğünde sadece yeşil salata yemek gibi varolan toksinlerden daha yavaş ama daha az yan etkiyle arınmasını sağlayan vegerçekten herkesin bulunduğu noktadan çok daha sağlıklı hale gelmesini sağlayan birçok seçenek var. Yeter ki siz bir adım atıp kendi sağlığınızın sorumluluğunu alın. 

Sunday, March 18, 2012

12-13. günler

ayva, portakal ve zencefil suyu
Sonunda alıştım! Sadece sıvıyla beslenmeye, içtiğim herşeyi süzmeye, saplantılı bir şekilde ıspanaklardaki çamurları yıkamaya, devamlı juicer temizlemeye, her santigratta üşümeye ve bir sebze-meyva suyu orucunda olmakla gelen herşeye alıştım. 11. gece ve 12. gün arasında ne değişti bilmiyorum ama sabah bi huzurlu uyandım. Kahvaltı için kendime neffis bir ayva-portakal-zencefil suyu sıkarken farkettim ki sanki derin bir nefes verip sonunda kendimi bu orucun içine bırakmışım. Gün içinde üstüste iki dersim vardı. Çoğu öğrencim de bu orucu takip ediyorlar ve geldiklerinde evde garip renkli bir içecek varsa mutlaka tadına bakıyorlar. Hep "aman biraz acı olabilir, maydonoz tadı çok gelebilir" gibi çekincelerim var ama şu ana kadar tadına baktığı karışımdan yarım bardak daha istemeyen çıkmadı.

Oruca alışmaktan mı, yoksa arınmanın büyük ve daha zorlu kısımlarının bitmesinden midir enerjim de çok arttı. Dün akşam Beşiktaş çarşı içinde 1.5 saatten fazla .05 kalem arayarak gezdim. Kırtasiyeye zaten zaafım vardır, saatlerce hangi kalem diye gezmek daha da iyi geldi. İlk günlerde evden 300metre ötedeki manava yürüdüğümde başım dönerek ve ağzım kurumuş olarak eve dönerdim.

Bugün öğden sonra da evde masaj yaptırdım. Craigslist sayesinde güreşçi Özbek bir masöre ulaşmıştım, ne hoş değil mi? Şu fırsat siteleri aracılığıyla oteller ve ya spalarda canı çıkana kadar çalıştırılan masaj terapistlerine gitmek içimden gelmiyor bir türlü. Bir kere gitmiştim, Levent'te çok lüks ve donanımlı bir spa'da tek kelime Türkçe bilmeyen Çinli bir masördü. Yüzünde o kadar yorgun ve bezgin bir ifade vardı ki, masajdan kendimi iyi hissederek değil de buruk ayrıldım. Hem bireysel işletmeleri, girişimciliği ve farklı olmayı desteklemeye sonuna kadar inanıyorum. O yüzden biraz daha pahalı olsa da sebzelerimin çoğunu mahalle manavımdan almaya özen gösteriyorum, o yüzden gösterişli spalar yerine burada kendine ek gelir yaratmaya çalışan bir güreşçiye masaj yaptırıyorum. Ve inanıyorum ki o yüzden gün gelecek daha çok kişi çok şubeli ve tıklım tıkış yoga stüdyoları yerine benimle sakin sakin ve Bali'den getirdiğim organik tütsülerle, ve dersten sonra bir bardak sebze suyu içerek özel ders yapmayı tercih edecek...

Masaj çok iyi geldi, sonrasında güneş batarken Cihangir'in Galata'nın Karaköy'ün ara sokaklarından yürüye yürüye taaa Eminönü'ne kadar gitmişim. Üstelik hayatımda ilk defa Cihangir'de yürüdüm. Yaklaşık 4 kilometrelik bir parkur olmuş. Özellikle de kalabalığı düşününce 13. gün için gerçekten çok iyi bir enerji seviyesi.

Uzun süreli detokslarda böyle enerjik dönemler artıyor. İlk günlerde günün çoğu ağrılı ve yorgun geçiyor (ilk 2 gün ağrıdan kollarımı başımın üstüne kaldırıp da saçlarımı şampuanlıyamıyordum). Dördüncü gün ve sonrasında ağrılar azalıp, uzun yorgunluk dönemleri arasında enerjik saatler oluyor. Kişiye göre değişmekle birlikte yaklaşık 8-10 günden sonra da canlılık giderek artıyor, belki sadece birkaç günde bir, yarım günden daha kısa süren iyileşme krizleri olabiliyor.

ısırgan otu, armut, elma,  lahana, lime: tanrısal içecek!
Fakat 10. günde şekere, özellikle de elma suyundan gelen şekere çok hassaslaştım. En son yaptığım 16 günlük arınmada da böyle olmuştu. Bunu bildiğim için şeker oranı daha az diye sadece yeşil elma kullanıyordum ama çok farketmedi. Elma yendiği zaman, petkin sayesinde ishale çok iyi gelen birşeydir ama suyu bazı insanlarda tam tersi etki yapıyor. Ve malesef ben o "bazı insanlar" kategorisindeyim. Sadece sıvıyla beslenirken de ishalle su ve elektrolit kaybetmek çok ironik bir durum. Yeşil sebze sularının içine birkaç elma koyunca tadı tam benim damak zevkime göre oluyordu. 10. günden beri denemeler yapıyorum,  üst limitim günde 1.5 elma veya armut. Ama sadece yeşil yapraklı sebzeler ve salatalık sıkarak da günde 1200 kaloriye ulaşmak biraz zor. O yüzden bugün sonuçlarını bilerek meyvalı içecek kotamı aştım. Beyaz üzüm de tatlandırıcı birşey ve elma gibi ishal yapmıyor diye okumuştum ama bu mevsimde beyaz üzüm zor tabii. Kalan 27 gün için çözüm arayıp duruyorum ama henüz uygulanabilir bişey bulabilmiş değilim.

Bu iki günün en değerli keşfi ise Isırgan otu (çok düşündüm ama Özbek masör ısırganla kıyaslanınca 2. sırada). Dün Balık Pazarı'ndaki lüks manavda görüp aldım. Yıkamaya çalışırken tabii ki ısırdı. Ama suyunu sıktım ve içtiğim anda kendimi iyi hissettim. Hani çok soğuktan eve gelince bir bardak çay, hastayken anne çorbası nasıl iyi gelir ya, dün ısırganlı karışım da bana aynen öyle iyi geldi. İçtikten sonra 15 dakika gözlerim kapalı, yüzümde bir gülümsemeyle oturdum. Taa derinlerde biyerlerde hücrelerimi beslediğini hissettim. Hatta biraz araştırdıktan sonra ısırgan otu'na ayrı bir yazı ithaf etmeliyim sanirim.

Friday, March 16, 2012

10-11. günler

10 gün gelmiş geçmiş bile! Başladığımdan bugüne neler değişti, neler aynı kaldı:
- Başlamadan önce gece 8.5-9 saat uyumadan asla uyanamıyordum, son 2 günde bu yaklaşık 7 saate indi
- Kesinlikle daha az yorgunum ve gün içinde çok enerjim var
- Zihnim çok daha berrak, gün içinde aklım daha az daldan dala atlıyor ve daha kolay konsantre olabiliyorum
- Vücudum çok daha esnek ve hafiflemiş gibi
- CranioSacral çalışmalarım müthiş derinleşti (ki en sevindiğim budur!)
- Dişlerim beyazlaştı ve temizlendi, oysa ben pancarlar ıspanaklar boyar diye düşünüyordum
- Cildimin tonu birazcık daha düzeldi, ama hala beklediğim kadar ışıltılı değil. Üstelik devamlı keselendiğim için aslında beyazlaşıyorum.
- Hala kocaman ve acıyan sivilcelerim var
- El, ayak bileklerim ve boynum çok inceldi
- Görenler "çok kilo vermişsiiiin" diyorlar, ama dün yaptığım yeni yıkanmış kot testi onlarla aynı fikirde çıkmadı.
- Kalabalığa ve kokulara çok hassaslaştım
- Hala üşüyorum. özellikle el ve ayak parmaklarımın en son 2 boğumunun üst tarafı uyku, yoga ve sıcak duşlar dışında sanırım hiç ısınmıyor.
- Öğleden sonra 20 dakika da olsa uyumak hala iyi geliyor

Salata Suyunun malzemeleri
Önceki oruçlarım zamanında zaten beslenmem mümkün olduğunca organik ve tamamen çiğ idi. O yüzden onlarda arınma çok daha hızlı oluyordu diye düşünüyorum, çünkü temizlenecek çok da bişey yoktu. Oysa son 2 yıldır ne yediğimi pek bir umursamaz oldum ve sanırım onları temizlemek biraz daha uzun sürecek. Bu yüzden 40 gün iyi ve içgörülü bir kararmış.

İlginçtir daha önceki oruçlara başladığım an sindirim sistemim kendini sanki zırhla kuşatırdı. Yanımda kim ne yerse yesin, ne kadar sevdiğim yiyeceklerden konuşulursa konuşulsun hiç etkilenmezdim. Şimdi hemen her gün aklıma humus ve tofu geliyor ve sanki onları düşündüğüm zaman biraz acıkıyorum. Büyük ihtimalle bu duygusal olarak tetiklenen bir açlık. Düşük bir ihtimal de bu ikisinde olan bir besin maddesinin eksikliğini çekiyorum ve o yüzden canım istiyor. Ama bir gün içinde kilolarca sebze ve meyva tüketirken ne eksik olabilir ki?

Salata Suyu
Bu gece bir "salata suyu" yaptım. İçtiğim sebze-meyva sularının renkleri konusunda hafif takıntılıyım. Yeşilleri sadece yeşillerle, kırmızıları ve turuncuları da sadece uyumlu benzer renklerle sıkarım. Mesela benim için ıspanak-havuç-elma imkansız bir içecektir. Aynı şekilde portakal, havuç, pancar sıkıyorsam içine asla kereviz sapı ya da brokoli giremez. Limon, zencefil, beyaz lahana ve yeşil elma jokerlerim, onlar her renkte içeceğe eklenebiliyor. Renk grupları karışınca , ortaya bulanık bişey çıkıyor ve ben o görüntüyü sevmiyorum. O yüzden de günde bir yeşil, bir sarı/turuncu bir de kızmızı/pembe tonlarında içeceği ayrı ayrı içmeye çalışıyorum. Salata suyu bu anlamda insanlık için önemsiz ama benim için devrim niteliğinde bir adımdı. Üsttteki resimdeki sebzeleri sıktım; kıvırcık marul, roka, maydonoz, kereviz sapı, kırmızı biber, çarliston biber, sivri biber, beyaz lahana, salatalık, domates. Çıkan su 2 kere süzmeme rağmen domatesten dolayı biraz posalı gibi oldu. Çok az pembe himalaya tuzu ve bir çay kaşığı zeytinyağı ekleyip içtim. Sivri biber acıymış, onun acısı rokayla karıştı. Aman nasıl nefisti ve lezizdi anlatamam! Şimdi resmen bir mutluluk bulutu olarak oturuyorum. Belki bu mutluluk hali, ileride renkleri karıştırıp daha çeşitli karışımlar yapmam için varolan saplantılarımı da kırar.

kolon hidroterapi

Kalın bağırsak temizliği duyunca birçok kişinin gözerini faltaşı gibi açmasına ve ne olduğu daha anlatılmaya başlarken "Aman benden uzak olsun" diye kaçmasına sebep olan ama aslında sanıldığından çok da farklı bir tedavi. Psikolojik koşullanmaların bu önyargılarda ciddi etkisi olduğunu düşünüyorum, özellikle de Türkiye'de. Fakat bugüne kadar yaptırıp da herhangi bir rahatsızlık duyana da rastlamadım.

Hipokrat kolon temizliğinin öncülerindenmiş
Kalın bağırsağın temizlenmesiyle ilgili ilk bulgulara milattan önce 1500lü yıllarda Mısırlılar zamanında rastlanmış. Oradan Yunanlılara geçmiş. 1920-40 arasında hastanelerde çok yaygın olarak tedavi amaçlı kullanılan bu yöntem malesef güçlü ishal yapıcı ilaçların çıkması ve ameliyatların yaygınlaşmasıyla yavaş yavaş hastanelerden uzaklaşıp alternatif tıpta kendine yer bulmaya başlamış.

Kolonun temizlenmesi fikri "AutoIntoxication" yani kendi kendine zehirlenme prensibinden yola çıkmış. kalın bağırsak sindirimi tamamlanmış gıdalarda kalan suyun ve dolayısıyla elektrolitlerin, kimi yağda çözünen vitaminlerin ve sodyumun emildiği yer. Çok fazla işlenmiş yiyecekler, trans yağlar, aşırı protein ve az lif tüketimi, hareketsizlik ve benzeri faktörler kalın bağırsakta oldukça toksik birikmelere neden oluyor. Özetle temiz ve formu bozulmamış bir kalın bağırsak gıdalardan suyu ve vitaminleri emebilirken, kirli bir bağırsak toksik bir mukozayla kaplı olduğundan suyu ve vitaminleri tam ememiyor, ama malesesf birikintilerdeki zehirler devamlı kana karışıyor (AutoIntoxication).

Her konuda olduğu gibi bu konuda da iki uç görüş var. Bir tarafta kolondaki birikmelerin yüzdeki sivilcelerden bağırsak kanserine hemen her hastalığın sebebi olduğunu savunan ve düzenli kolon temizliğiyle hepsinin engellenebileceğine ya da tedavi edilebileceğine inananlar. Ve bunun tamamen safsata olduğunu düşünenler. Yine sadece kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden yola çıkarak ben kolon temizlğinin varolan birçok hastalığın tedavisinde çok olumlu sonuçlar verdiğine inanıyorum. Cilt gerçekten güzelleşiyor, sindirim sistemi, böbrekler ve karaciğer rahatlıyor ve mutlaka kilo veriliyor. Tabii temizletmek kadar bu temizliği korumak da önemli.

Her yemekten sonra şişkinlik ya da gaz hissediyorsanız, kabızlık başta olmak üzere boşaltım sorunlarınız oluyorsa, alt karnınız genelde biraz daha gergin gibiyse, baş ağrıları, sebepsiz kas ağrıları, uyanamama, kronik yorgunluk, ağız kokusu, ağır adet dönemleri gibi sorunlarınız varsa kalın bağırsağı temizletmek ilaçsız, yan etkisiz ve kolay bir çözüm olabilir.


Seans için önceden yapılması ya da yapılmaması gereken özel birşeyler yok. Ciddi bir sağlık sorunu olmayan çoğu kişi (ben dahil) temizliği sıradan bir günde değil de herhangi bir detoks programının 4. veya sonrasındaki günlerinde yapmayı tercih ediyor. 4. gün ortalamada en son alınan katı gıdaların sindirim ve boşaltımının tamamen bitip, alınan yüksek sıvı miktarıyla bağırsak duvarındaki plakaların yumuşamaya başladığı zamanlar. Seanstan önceki 2 saat yemek yememek, hemen öncesinde çok fazla sıvı içmemek seans sırasında daha rahat olmanızı sağlayabilir. Yine de yaptırmadan önce terapistinize sorup onun tavsiyelerini almakta fayda var.

Kolon hidroterapi seansı ortalamada 45-60 dakika arası sürer. Hemen hemen tüm seans boyunca sırtı dikleştirilmiş bir masaj masasında rahat yatar konumda olursunuz. Kolon hidroterapi makinalarını ilk gördüğümde çok çağdışı olduklarını düşünmüştüm, üzerinde bir sürü vanalar ve göstergeler olan, kocaman hantal çoğu Alman üretimi metal şeyler. Ve ilk seansımdan önce çok da kaygılıydım, temizlenen bölge oldukça hassas ve genelde sadece tek-yönlü çalışmasına alışık olduğumuz bir yer. Ama faydalarıyla ilgili çok şeyler okumuştum ve bir detoks merkezindeydim ve "buraya kadar gelmişken her türlü acıyı göze alıp bunu da denerim" diye sonunda cesaret ettim. Ve hiç cesaret gerektirmeyen bişey olduğunu gördüm! Bir kere hiçbir şekilde acı, ağrı ya da hayal ettiğimiz diğer korkunç hisleri yaratmıyor. Su verilirken ve ancak bağırsak dolmaya başladığında ishal olmuşşunuz ve tuvalete gitme ihtiyacınız var gibi bir basınç hissedebiliyorsunuz, bu da müthiş rahat bir duygu değil ama (Reha Muhtar'ı anarsak) acı yok. Seans sırasında birkaç kez su verilip boşaltılıyor, yani bu baskıyı birkaç kere hissediyorsunuz ama zaten "tamam" dediğiniz anda terapistiniz hemen vanayı boşaltma konumuna getiriyor. Ben bir kere Dubai'de kendini gym hocası sanan bir doktordan seans almıştım ve devamlı beni motive etmeye çalışmıştı "Derin nefes al, ağızdan ver biraz daha su alabilirsin hadi hadi..." diye. Bağırsak kaslarımın kondüsyonunu artırmaya çalışıyormuş ki boşaltımım daha etkin olsun. Ama benim zaten bir boşaltım sorunum yoktu ki. Fakat onun dışında karşılaştığım her terapist bana kendimi çok iyi hissettirdi.

iyi hidroterapi seansları böyle rahat ve masajla geçiyor
Bugüne kadar 4 kere hidroterapi yaptırdım. İlki Bodrum'da TheLifeCo detoks merkezindeydi. Yaklaşık 10 aydır çiğ ve vegan beslenmeme rağmen çok acayip şeyler çıkmıştı. İşte o zaman önceden birikmiş şeylerin beslenme ne kadar saflaşırsa saflaşsın kendi kendine temizlenmediğini birebir görme şansım oldu. Hem detoks merkezindeki uzmanlardan, hem de internette gördüklerimden ilk temizlemede bazen 5-6 kiloluk plakların çıktığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Sonra iki kere Dubai'de gitmiştim, biri sözettiğim motivasyon canavarı doktordu, sadece içtiğim portakal ve havuç suları tarafından hafifçe rengi turunculaşmış ama tertemiz bir su dışında hiçbirşey çıkmadı. Ondan yaklaşık 6 ay sonraki orucum sırasında hidroterapiye gittiğim doktor "Sen tekrar gelme artık, plak ya da mukoza üretmiyorsun" dedi. Bu da temizlik yapıldıktan sonra beslenmeye dikkat edilirse bağırsağın tertemiz kalabileceğine dair birebir kanıtım oldu.

Arada geçen yaklaşık 3 yılda yediğim çılgın Tayland yemekleri, yapışkan pilavlar, tofu kızartmaları, yurdumun harika soslu patlıcanları kesin yapıl yapış artıklar bırakmıştır diyerek bu seferki orucumda 7. günde tekrar hidroterapiye gittim, Istanbul'daki TheLifeCo'ya. Hemşirem müthişti. Hiç bu kadar muhabbet ederek ve kahkahalar atarak bir hidroterapi seansı yaşayabileceğimi düşünmezdim o da oldu. Bişeyler varsa çıksın diye biraz derin bir masaj yaptı, ertesi gün alt karın kaslarım biraz ağırarak uyandım. Bu sefer de su, içtiğim karışımlar sayesinde hafif yeşil renkte çıktı o kadar. Açıkçası ben "birikmiş bir sürü şey vardır, onlar çıkınca kesin 2-3 kilo veririm" gibi hayallerle gitmiştim ama 45 dakikada 3 kilo zayıflama hayalim yeşil sularla birlikte akıp gitti. Bundan sonra bir daha gider miyim? Evet, ama belki 2 yılda bir. Özellikle et yiyenlerin 3-6 ayda bir gitmesi öneriliyor. O kadar kızartma, nişastalı ve şekerli şeyler yememe rağmen hiçbirşey çıkmamış olması beni şaşırttı ama daha çok sevindirdi.

Hidroterapi seansı sırasında bağırsaktan kötü bakteriler ve toksinlerle birlikte iyi bakteriler de yıkanıyor. O yüzden seanstan sonra uzunca bir süre iyi kalite bir Probiyotik kullanmakta çok fayda var. Udo benim favorim ama Probiyotikler artık heryerde ve her markada satılıyor.Yıkamayla azalan iyi bakterileri yerine koymanın yanı sıra Probiyotiklerin genel sağlığa da çok olumlu etkileri var.

* Ben buraya rahatsız edici resimler koymayı tercih etmiyorum, ama neler çıkıyor diye merak ediyorsanız Google Images'da "mucoid plaque" diye aratın. Gördükleriniz tahmin ediyorum kolonu yıkatmanın neden iyi bir fikir olduğu konusunda sizi ikna edecektir


Thursday, March 15, 2012

9. gün

kabuslarımın makarnası - aynen böyle bişeydi
Dün gece garip bir kabus gördüm. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla buluşuyorum ve ne yapalım diye konuşurlarken yeni açılan bir İtalyan lokantasına gitmeye karar veriyorlar. Yemek yemediğimi onlara söylemiyorum ve peşlerine takılıyorum. Arkadaşlarımdan biri nedense hepimiz için yemekleri seçip sipariş veriyor ve benim şansıma bir tabak kurutulmuş domatesli penne çıkıyor. Yemek ve yememek arasında çok kararsız kalıyorum ama (herhalde rüyanın en kabus kısmı bu) sonra bir çatal alıyorum ve yer yemez çok pişman oluyorum. Midemi yıkatsam mı diye düşünürken korkunç mide kramplarıyla ve titreyerek uyanıyorum. Çünkü ben glutenli bişeyler yemeyeli de en azından 5 yıl olmuştur. Çok sembolik bir rüyaydı.

Günlük hayatta da böyledir, kimseye özellikle ben veganım şunu yerim bunu yemem diye söylemem. Geçen hafta içinde dışarıda buluştuğum arkadaşlarımdan birkaçı hala oruçta olduğumu bilmiyorlar. Buluşmalardaki amaç birbirimizi görmek ve paylaşmaksa ne yediğimizin ve nerede oturduğumuzun çok önemi yok diye düşünüyorum. Bir veganla yemeğe çıkma fikri zaten çoğu insanda bir gerginlik yaratıyor - beni ve ne yiyebileceğimi benden fazla düşünen arkadaşarım bir anda menüye benim için bakar oluyorar "bunu yiyebilirsin, bu olmaz tereyağı vardır vb" diye...Bunu asla yemem burada buluşamam diye kaprisli önkoşullar koymak zaten Istanbul'da çok zor olan buluşmaları iyice imkansız hale getiriyor. Gerek yok.

Kırgızistan'dan Pakistan'a birçok yerde "aman ben aç kaldım, burada benim yiyebileceğim bişey yok" diye düşünmeden gezdim. Fakat şu ana kadar gerçeten çok besinsiz kalıp, yiyecek düzgün bişeyler bulamadığım için hastalandığım tek yer İtalya olmuştu. Lonely Planet'taki tüm veji restoranlar kapanmış, şehir merkezlerinde abur cubur satan büfeler çok ama sebze-meyva satan marketler hiç yok. Herşey ya hamur işi ya da peynirli. Günlerimi birkaç bardak portakal suyu ve fındıkla geçirirken 4. gün ateşlenerek yatağa düşmüştüm. O zamandır İtalyan restoranlarına da bir fobi geliştirdim. Ama bu rüyada beni zor durumda bırakabilecek tek yere gidip, 8 gündür hiçbirşey çiğnememişken yapış yapış bir makarna yiyorum.  Kramplar gerçekten vardı da ben onun üzerine mi bu rüyayı oluşturdum yoksa rüya benim için o kadar korkunçtu ve krampları yarattı bilmiyorum. Bence ikincisi, çünkü daha önce hiç mide krampı geçirmemiştim. Birçok insan için arkadaşlarıyla bir İtalyan restoranına gidip şarap eşliğinde makarna yemek güzel bir deneyimken meğer bu benim için kabus haline gelmiş.Ve demek ki katı şeyler yememeye o kadar adapte olmuşum ki bişeyleri çiğnediğimi rüyada bile görmek bende titremeler yaratıyor.

Günümün çoğunu evde temizlik yaparak geçirdim. Eve taşındığımdan beri ilk defa giysi dolabımı düzenlemeye başladım. Yarın da devam edebilirim gibi görünüyor - bişeyleri düzenledikten ve boşalttıktan sonra kendimi çok daha iyi hissettim. Cildimde de garip bir arınma devam ediyor - çenemde ve vucudumun tüm arka tarafında aralıklarla çeşitli ebatlarda sivilceler çıkıp duruyor. Cildim de sanki mumla kaplanmış gibi yağlı, ama bir yandan da pul pul dökülüyor. Detoks zamanlarında cildi her gün fırçalamak önerilir. Ama hamam ve kese gibi muhteşem araçların olduğu bir ülkede fırça kullanmak abes. O yüzden ortalamada haftada bir keseleniyorum. Her kim cilt kendini 28 günde bir yeniler demişse yanılmış. Ben bu aralar 4-5 güne bir deri değiştiriyorum. Enerjim ilk 3 günle kıyaslanmayacak kadar arttı. Artık kalabalığa çıkmazsam ya da çok soğukta uzun süre kalmam gerekmezse yorulmuyorum. Fakat hala önceki oruçlarda olduğu gibi 4 saat uykudan sonra yataktan zımba gibi kalkacağım günleri heyecanla bekliyorum.

Wednesday, March 14, 2012

5-8. günler

muhteşem renkler- ülke olsam bayrağım böyle bişey olurdu
Ailemin burada olduğu günler çok hareketli ve güzel geçti. İlk gün bişeylerin suyunu sıkmanın ve sonrasında ortalığı temizlemenin ne kadar zahmetli ve vakit alıcı olduğunu görünce annemle teyzem mutfak gönüllüsü oldular ve takip eden günler boyunca ne ellerim donarak çamurlu ıspanakları yıkadım ne de sebze suyu sıktıktan sonra saatlerce bulaşık yıkamama gerek kalmadı. Her an dolapta yıkanmış kilolarca sebze varken ve bulaşık derdi yokken oruç hayatı müthiş keyifliymiş. Üstelik karışımlarımın tadına bakıp yorum yapacak birilerinin olmasından aldığım cesaretle ne bulduysam sıkmaya başladım, sonuçların hepsi de çok lezzetli oldu.

5-7 günler arası daha önce olmayan bişey oldu. Gün içinde en az 5 litre sıvı içiyor olmama rağmen hiç çişim gelmedi.Bunu farkettikten sonraki ilk sabah ne kadar sıvı içersem tuvalete koşmam gerekecek diye bir deneme yaptım; 2.5 litreden sonra hala mutlu mutlu yerimde oturuyordum. Genelde 1 litre benim dayanma sınırımdır (evet bunu aylar önce ölçmüştüm!). 8. gün herşey normale döndü ama o 3 gün boyunca içtiğim en az 15 litre sıvı nereye gitti hala bilmiyorum ve çok çok merak ediyorum.  

Genelde günlere oldukça enerjik başladım. Sabah uyandığımda en azından 3-4 saat canım su veya limonlu ılık su dışında birşey içmek istemedi. Ancak öğleden sonra sebze ya da meyva suları içmeye başlayabildim. Üstelik bu beni çok da etkilemedi. Ama hemen her gün öğleden sonra mutlaka uyuma ihtiyacı hissettim ve çoğu gün uyuyamadım. Farkettim ki uykusuzluk beni besinsizlikten daha  halsiz bırakıyor. Önümüzdeki günlerde çok yoğun olmadığım üstüste birkaç gün yakalayabilirsem belki sadece su orucu tutmayı da deniyebilirim. Çok daha arındırıcı olacağını biliyorum ve sanırım önceden tahmin ettiğim kadar da yorucu geçmeyecek. Zaten şekere olan toeransım da azalıyor. İlk günler portakal, pancar, kırmızı elma, havuç gibi görece daha şekerli olan şeyleri rahatça içiyordum. Son 2 gündür özellikle pancar ve portakal çok garip bir şişkinlik yapıyor.


7. gün Kolon Hidroterapiye gittim, yani kalın bağırsak yıkatmaya. Çoğu kişi duyunca garip garip bakıyor ama sağlığı korumak ya da yeniden kazanmak için yapılabilecek en iyi şeylerden biri. Toksin almamak, beslenmeye dikkat etmek işin bir yüzü, diğer yüzü ise daha önceden alınmıs ve birikmiş olanlardan kurtulmak. Kolon temizliğini sonra ayrı bir yazıda anlatayım - çünkü kendi başlığını hakkedecek kadar önemli.

Tuesday, March 13, 2012

arınma belirtileri

Arınma (detoks) semptomları kişiden kişiye çok değişiyor. Çok sigara, kahve, içki içen, hayvansal ürünleri sıkça tüketenlerde genelde arınma süreci çok ağır geçebiliyor. Detoks merkezlerinde 4 gün boyunca ağır migren krizleri çeken ve durmadan kusanları görmüştüm. Hiçbir detoks, özellikle de ilk 4-5 günde çok keyifli ve "normal" bir günmüş gibi geçmez ama yaşanacak sıkıntıları mümkün olduğunca azaltmak için detoksa alıştıra alıştıra başlamakta fayda var. Rakılı kebaplı bir geceden çıkıp da ertesi gün sadece sıvı tüketmek ağır ve acılı bir arınma süreci için davet.

İlk sebze-meyva suyu orucumu tuttuğumda zaten 6 aydır tamamen vegan ve çiğ besleniyordum, kahve, şeker, kola, unlu gıdalar hayatımda yoktu. O seferde ilk 2 gün devamlı meyva suyu sıkmaktan biraz yorgun ve böyle bişeye sonunda (ve bir merkeze gitmeden evde) başlamış olmaktan dolayı öyle mutluydum ki baş ağrıları dışında çok fazla bir etki hissetmemiştim. Ama sonraki seferler oldukça benzer geçti. Aşağıda hem kendi deneyimlerimden yola çıkarak hem de farklı kaynaklardan topladığım bir özet var.

ilk 4 gün genelde böyle hissederim
Birinci aşama (1-2. günler)
Kan şekerinin düşmesiyle birlikte metabolizma yavaşlamaya başlar, kan basıncı düşer ve hatta kalp atışı bile yavaşlar. Bunların en büyük yansıması üşüme ve kaslarda zayıflık ve yorgunluk hissidir.

Birinci aşama arınma genelde en zoru ve sancılısıdır. Baş ağrıları (özellikle kahve, sigara ve glutenli ürünler tüketenlerde çok ağır olabilir) baş dönmesi, aşırı yorgunluk, bulantı, gözlerin cam gibi bakması, nefesin kötü kokması ve dilin üzerinin kalınca beyaz bir tabakayla kaplanması ilk belirtilerdir. Geleneksel Çin Tıbbı ve Ayurveda dilin vücudun ve tüm organların aynası olduğunu söyler. Dildeki renk ve büyüklük değişimleri iç organların sağlığı hakkında çok bilgi verir. Sağlık amaçlı detoks yapan birçok kişi de aslında oruçlarına dil üzerindeki beyaz tabakadan tamamen kurtlulp doğal pembe ve temiz rengine dönene kadar devam ederler.

Açlık hissi de en çok bu dönemde kendini belli eder ama bağırsakta son sindirimin de bitmesiyle fiziksel açlık da  birkaç güne yok olur. Orucun sadece suyla mı  yoksa sebze-meyva suyuyla mı tutulduğuna göre de 40-60 güne kadar tekrar açlık hissedilmeyebilir. Ama yiyeceğe duygusal bağımlılık varsa o devam eder.
sizin diliniz hangisi?

İkinci aşama (3-7. günler)

Depolanmış yağların parçalanmaya başlamasıyla ciltte yağlanma ve sivilcelenme görülmeye başlanabilir. Cilt de solgunlaşabilir.

Dışardan bakınca kişi solgun ve iyi görünmese de sindirim sisteminin tamamen kapanmış olmasıyla vücüt tüm enerjisini arınma ve yenilenme için kullanmaya başlar. Bağışıklık sistemi ve beyaz kan hücrelerinin aktivitesi artar. özellikle akciğerlerde ve de diğer temizleme organlarında (deri, böbrek, kalın bağırsak vb) onarım iyice hızlanır. Ne kadar derinde ve nelerin temizlendiğine bağlı olarak kişi bazen kendini çok enerjik ve canlı, bazen de çok halsiz, ağrılı ve yorgun hissedebilir.

Üçüncü aşama (8-15. günler)
Bir haftadan sonra enerjinin yükselmeye başlar, zihnin berraklaşır ve kişinin kendini gerçekten iyi hissetmeye başlar. Ama eskiden kalma yaralanmalar sakatlıklar varsa onların çevresindeki dokular tamamen iyileşmeye başlar. Mesela  10 yıl önce ayağınızı kırdıysanız orada ağrı hissedebilirsiniz, bu ağrı kırık çevresindeki kireçlenmenin ve olası sertleşmiş dokuların tamamen iyileştiğinin göstergesidir. Ara ara kaslarda, özellikle de bacaklarda ağrılar ve tutulmalar görülebilir. Dil hala beyaz bir tabakayla kaplı olabilir.  Zaman zaman nefes de hala kötü kokabilir.

Dördüncü aşama (16-30. günler)
Vücüt her anlamda oruç sürecine tamamen alışmıştır. Zihin daha da açıktır, konsantre olmak yeni şeyler öğrenmek kolaylaşır. Duygular da oldukça dengelidir Enerji seviyesi çok yükselmiştir ve yorgunluk dönemlerinin hem süresi kısalmıştır hem de araları çok açılmıştır. Nefesin artık kokmaması ve dilin doğal pembe rengine dönmesi temizlenme ve onarma işlemlerinin bittiğine işarettir. Orucu bozmaya bu dönemde başlanabilir.


Malesef 1 gün de 15 gün de sürse detoks süreci boyunca ben hep çok üşürüm. Öğleden sonraları kısacık da olsa mutlaka uzanma ve mümkünse 15 dakika uyuma isteği duyarım - uyuyamadığumda direk rengim soluyor ve göz altlarım torbalanıyormuş. Kokulara, seslere ve kalabalığa hassaslığım çok artar.
Ve belki de arınmanın fiziksel boyutundan daha derinlere inmeye başladığının en hoş yansımalarından biri  evimde de dip köşe temizlik yapar ve artık ihtiyacım olmayan şeylerden kurtulurum. Vücudum kendi kendini temizler ve yenilerken ben de yaşam alanımdaki fazlalıklardan kurtulur ve temizlerim. Bu oruçta daha o aşamaya gelmedim.

Saturday, March 10, 2012

4. gün

Bu seferki oruç bir sürü ilke imza atıyor. Dışarda hava 6 dereceyken sadece sıvıyla beslenmeye çalışmak (buna ciddi bir zamanlama hatası da denebilir) gün boyu yoga dersi vermek gibi fiziksel bir aktiviyle uğraşırken detoksa başlamak ve tabii ki Ramazan harici oruç tutmayan misafirler varken bu işi devam ettirmek.

Bu sabah 5 günlüğüne annem ve teyzem geldiler. Günün en güzel anlarından biri annemleri sokakta karşıladığımda yüzüme bakıp ilk olarak "aaa değişimişsin, rengin de yüzün de çok güzelleşmiş" demesi oldu. Ben günlerdir aman ne kadar solgunum, suratım kağıt gibi kurudu üzerine de sivilceler garnitür oldu diye dolanırken böyle bişeyi duymak müthiş iyi geldi. Şimidi düşündüm de ya ikimizden birinin algısında sorun var, ya da annem ben kendimi iyi hissedeyim diye bol şekerli bir iltifatta buludu.

kahve falına bakan çok - ıspanak suyu falına bakabilen var mı?
Gün boyu önce dersler sonra aileyle muhabbet sonra CranioSacral seansları ve en sonunda da İstiklal'de yürüyüş derken çok fazla yorulmuşum. Eve biraz başım dönerek ve geldim. Ama genelde bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum - en önemlisi çok daha hafif. Dün yoga öğrencilerimden birine karpal tünel sendromunu anlatırken farkettim ki el bileklerimde ciddi bir incelme var. Acaba daha önce yediklerimden ne(ler) el ve ayak bileklerimde o kadar su toplanmasına sebep olmuş diye çok merak ediyorum.

Sabah:  10 havuç, 2 yeşil elma, 2 portakal
Öğleden sonra: 10 salatalık, 3 yeşil elma, 1 kırmızı elma, 1 demet maydonoz, 6 yaprak karalahana, 4 sap kereviz, 1 limon ve 1 tatlı kaşığı Udo'nun yağı
Gece: 5 havuç, 1 pancar, 1 baş kereviz, 1 yeşil elma, 1 turunç

İçeceklerimi kendimce sıralamaya başladım. Sabah ilk içtiğim içecek güneş renginde ve (havuç hariç) ağaç dalından toplanan meyvalardan oluşuyor. Öğlen toprağa daha yakın ve mümkün olduğunca yeşil yapraklı sebzeleri sıkıyorum. Gece ise ağırlıklı toprak altından gelen kök sebzeler. Kendimce güneşin doğuşu, yükselişi ve batışını takip ediyorum. En çok yeşil içecekleri seviyorum, içtiğimde her hücreme kadar beslenmiş hissediyorum ve çok da mutlu oluyorum. Beslenme uzmanı bir arkadaşım " beslenmende başka hiçbirsey değiştirmeyip günde sadece bir bardak yeşil sebze suyu ya da smoothie içerek çok daha mutlu ve sağlıklı olabilirsin" diye. Gün geçtikçe onun sözlerinin doğruluğunu deneyimlerimle görüyorum.

Şimdi haftasonu arası. Tatil yapacağımdan değil, önümüzdeki iki gün haftaiçinden daha fazla çalışacağım için. Pazartesi artık "çok üşüdüm, oram buram ağrıdı, yoruldum" gibi acılı ve şikayet eden bir yazı yerine "yakıtı fazla gelmiş roket gibiydim" yazmayı istiyorum.

Thursday, March 8, 2012

3. gün

"Yoga yapmalıyım" diye düşünerek uyandım. Çünkü dün önce vücüdumdaki  büyük kaslar ağrımaya başlamıştı. Akşama doğru ağrı tüm kaslara yayıldı. Bu sabah da hala o ağrılar vardı. Orucun hala ilk günlerinde olduğum için yarım saat kadar yumuşak esnetme hareketleri yaptım. Enerjimin çoğuna hala detoks süreci için ihtiyacım var. Ama yarım saat yerde yatıp yuvarlanmak bile iyi geldi.

Kas ağrıları detoksun tipik bir belirtisi. Kimi kaynaklarda karaciğerin detoks sürecinin kas ağrısı yarattığı yazıyor, kimi kaynaklarda da ağır metallerin kandan arınmasının bu etkiyi yarattığı. Vücüdumda böyle bir etki yaratacak ağır metaller biriktirmiş miyimdir bilemiyorum ama karaciğerimi son zamanlarda bol şekerli çikolatalarla çok yormuştum. Zaten yüzüm de kocaman ve acıyan sivilcelerle doldu. Başlamadan önce bir fotoğraf çekseydim keşke "önce" ve "sonra" diye en sonda koyardım pek hoş olurdu. Ama mesela dün ya da bugün asla fotoğraf çektirmezdim; acayip solgun, yorgun ve acılar içinde görünüyorum.
Asam Kunyit

Bugün içtiklerim beni çok mutlu etti. Daha önce yapmadığım birşey yapip bir tatli kaşığı Omega yağ karışımı da içtim. Yağ detoks sürecini yavaşlatıyor ama bu orucu gerçekten 40 gün devam ettirmek istiyorsam bu ekleme iyi olabilir diye düşündüm.

Sabah: 5 portakal, 1 pancar, 1 yeşil elma, 1 tatlı kaşığı Udo yağı
Öğlen: 1 bardak Asam Kunyit (taze zerdeçal, limon ve tatlandırıcı olarak bal veya şuruptan yapılan Endonezya'ya özgü bir sağlık içeceği. Ben ikisini de kullanmadığım için birazcık agave şurubuyla tatlandırdım ama agave öğleden sonra beni çok acıktırdı)
Akşam: 1 kilo havuç, 1 pancar, 1 yeşil elma, 1 baş kereviz ve yarım turunç
Gece: günün en süper içeceği buydu! 10 tane salatalık, 3 yeşil elma, 4 kereviz sapı, kocaman bir demet ıspanak, 1 demet nane, 7 yaprak pazı, yarım limon.

Bugün 1400 kaloriyi geçtiğimden şüphem yok, onun için hiç  araştırmayacağım. Kaç kalori aldım, kaç kilo verdim gibi bir amacım yok. Hele bunun bir saplantı haline gelerek, günümün çoğunu internette kaç kalori, ne kadar C vitamini, günlük ihtiyacımın yüzde kaçı magnezyum falan diye geçirmeyi hiç istemiyorum. Vücudum biraz daha temizlenince kendi bilgeliğine tamamen dönecek ve benim bişeyleri ölçüp biçmeme gerek kalmadan ne istediğini ve neye ne kadar ihtiyacı olduğunu bana söyleyecek.

Bugün birçok soru geldi, özellikle "bunu niye yapıyorsun, çok aşırı değil mi" ve "detoks semptomları neler" diye... Yarın onları bildiğim ve deneyimlediğimce anlatmaya başlıyayım.

2. gün

Sabah yine çok üşüyerek uyandım. Aslında oruç tutulan ilk 2-3 günü yatakta geçirmek, çok fazla enerji harcamamak ve biraz içe dönmek en ideal senaryo. Daha önceleri sabahın köründe kalkıp 5 litre sebze suyu sıkıp sonra tüm günü ofiste toplantılarla geçirdiğim de oldu. Bir yönden günü ofiste geçirmek daha bile iyi olabiliyor; gelen giden, toplantı, müdür falan derken nerem ağrıyor nerem üşüyor bu kadar çok kendimi dinleyecek vaktim olmuyor.  Ama tabii amaç biraz daha farkında olmaksa 2 günü evde geçirip toksinlerin atılma sürecini birebir yaşamak daha iyi.

günün yeşil suyu
Bugün biri sabahtan, diğeri de akşam sadece iki dersim vardı. Daha da ilginci, sonrasında mutlaka katılmak istediğim bir akşam yemeği daveti de vardı. Önceki oruçlarda benzer yemeklere katıldım ama hiçbiri orucun daha 2. gününde değildi. Çevredeki kokular, gecenin soğuk saatlerinde dışarda yürüyor olmak vb zorlayacak mı merak ediyordum.  Evden metroya yürümek bile gerçekten zordu, metroya binip de oturabildiğimde biraz başım dönüyordu. Eh bu da detoks sürecinin tam gaz başladığına bir işarettir diyerek kendimi avuttum. Yemeklerin görüntüsü gayet muhteşemdi ama arkadaşlarımla sofraya oturduğumda hiçbirini canımın istemediğini farkettim.

Aslında öğlen saatlerinde ilk defa açlık hissetmiştim, öğleden sonra da iki kere açlığa benzer bir mide kasılması. Ama orada kaldı. Zaten önceki oruçların hiçbirinde gerçek açlık hissettiğimi hatırlamıyorum. Ara ara sebzeleri çıkarmak için buzdolabını açtığımda ağzıma bir zeytin atmak istiyorum. Ama bu gerçek açlık değil, hatta canım o anda zeytin bile istemiyor. Sadece el altında ve göz önünde, kolayca yenebilir bişey olduğu için elim oraya gidiyor. Düşününce gün içinde yediğim şeylerin çoğunu bu sebeple yiyorum; el altında ve kolay olduğu için. Buna bir süre devam edince de gerçek açlık ve alışkanlık birbirine karışıyor. Oysa şimdi bir bardak sebze suyu çok kolay ulaşılabilir bişey değil; hazırlamak ve sonrasında temizlemek ciddi emek ve zaman istiyor. Üstelik "Şimdi canım evde sıkmak istemedi" diyip yemeksepeti'nden sipariş verebileceğim bişey de değil. Bu oruç sağlık sebeplerinin yanı sıra, her anlamda yiyecekle ilişkimi gözden geçirmek ve alışkanlıklarımı değiştirmek için bana aslında nefis bir zaman sağlayacak.

karalahana
Sabah dersinden önce uyanmam ve kaslarımın yoga öğretebilir kadar ısınması o kadar çok zaman aldı ki ancak turunç sıkılmış 2 bardak sıcak su içebildim. Öğlen 1 kilo kadar havuç, 1 baş kereviz, 2 yeşil elma, biraz taze zencefil ve 1 turunç sıkıp içtim. Yaklaşık 700cc kadar su çıktı - tadı da çok güzeldi. Bu sabah biraz daha akıllı davranıp sebzelerimi Kangurum'dan sipariş verdim. Manava göre biraz daha pahalı ve seçme şansım yok ama en azından 2 gün beni 4-5 kiloluk poşetleri taşıma derdinden kurtaracak. Siparişim saat 4 gibi gelince muhteşem bir karışım daha yaptım: 1.5 kilo salatalık, 3 yeşil elma, 1 kırmızı elma, 4 kereviz sapı, 4 yaprak karalahana, 1 büyük demet ıspanak ve yarım limon. 2 litre kadar su çıktı ve ben bunu 4 saat boyunca içtim. Yemek davetinin muhteşem düşünceli ev sahibesi benim en sevdiğim karışımlardan birini hazırladı; havuç, pancar, elma ve zencefil. Akşam tatlı niyetine de onu içtim.

Bugün içtiklerim de yaklaşık 1400 kalori olmuş. Aslında özellikle başlarda bunun biraz daha üzerine çıkabilsem daha iyi, çünkü alınan kalori bir anda çok azalınca beden açlık krizine giriyor ve metabolizma çok yavaşlıyor. Bu kadar üşüyor olmam da bu yavaşlamanın en net göstergesi.

Tuesday, March 6, 2012

1. gün

Sabah uyandığımda ilk defa yataktan kalkmak için saatlerce dönüp durmam gerekmedi. Bunun oruca başlamak için olumlu bir işaret olduğuna karar verdim. Bir gece önceden leziz yemek finalimi Çiya'da muhteşem falafel, humus ve zeytin salatasıyla yapmıştım zaten.

Bi yerde uzun süreli oruçlara başlamak için en uygun saatin öğlen olduğunu okumuştum ve aklıma yatmıştı; Sabah kahvaltıyı edip öğlen ve sonrası artık katı gidaları bırakıp sebze/meyva sularıyla devam etmek. Böylece ilk gün hem de sabahtan açlık sendromlarıyla uğraşmadan daha kolay bir geçiş yapılabiliyor. Bu sefer de öyle yaptım. Sabah ıspanak, kuzukulağı, muz, taze zencefil, turunç ve spirulina'dan oluşan smoothie kahvaltımı yaptım.

Sonra saat 2ye doğru acıkınca aslında bu seferki oruca işaretler falan beni ruhen hazırlasa da madden hiç hazır olmadığımı farketim. Evde suyu sıkılabilecek hiçbir sebze veya meyva olmadığı gibi destekleyici olarak alınan Karnıyarık Otu (Psyllium Husk), Bentonite Kili, Probiyotik vb de yoktu. Onları Istanbul'da nereden alabileceğimi de bilmiyorum. Manavın yolunu tuttum, en azından orada suyu sıkılacak bişeyler her zaman bulunuyor. 2 kilo salatalık, kereviz sapı, 2 baş kereviz, 1 pancar, 4 yeşil elma, 1 demet pazı, 2 kilo havuç alıp eve döndüm. İlk sebze suyumu 2 kilo salatalık, 3 yeşil elma, 1 kırmızı elma, 4 kereviz sapı, 4 yaprak pazı ve yarım limondan yaptım, yaklaşık 2 litre su çıktı.  Ben bir bardak içip mutfağı temizleyene kadar ders saati geldi. Sebzeleri yıkamak, doğramak, sıkmak, süzmek ve sonra temizlemenin 1 saat sürdüğünü unutmuşum. Ama ortaya çıkan muhteşem renkli ve lezzetli su buna fazlasıyla değdi.

Ders bitince kendimi bir anda çok yorgun hissettim ve üşümeye başladım. Bunlar genelde detoksun 2. gününde görmeye alışık olduğum belirtiler. Ya 2.5 yılın üstüne bu sefer arınma çok hızlı başladı ya da kışın bu buz gibi havasında böyle bir oruç çok iyi bir fikir değil...

Metabolizmayı geri dönüşü olmayacak şekilde yavaşlatmamak ve çok da halsiz kalmamak için günde 1200 kalorinin altına düşmemek gerek. Ama bu karışımda yaklaşık 700 kalori var. Kahvaltıdaki smoothie de en fazla 300 kaloridir. Demek daha ilk günden minimum limitin altına düşmemek için birazdan yeni bir sebze suyu daha içmem gerek. Fakat çok üşüyorum, şu anda önce havuçları sonra da juicer'ı tekrar yıkama fikri bile beni oturduğum yere (cayır cayır yanan kalorifer dibi) çivilemeye yetiyor.

Biraz mızırdandıktan sonra kalkıp 1 kilo havuç, 1 baş kereviz, yarım limon ve yarım taze zerdeçal sıktım. Ancak yarım litre kadar su çıktı ama o minicik zerdeçal parçası nasıl bir lezzet vermiş havuca ve kerevize! İçmeden önce fotoğrafını çekmek için zor sabrettim. Bu içeceğin yaklaşık 400 kalori olması gerek diye hesaplıyorum. Şimdi son bir gayretle juicer'ı yıkayıp sonra yatacağım.

Hazırlıksız başladığım ilk gün fena geçmedi. Hiç açlık hissetmedim. Ama çok üşüyorum. Yarın sabah erken dersim var, çok merak ediyorum kolay uyanabilecek miyim diye.

oruca başlamadan önce

Istanbul'a geldiğimden beri sabahları uyanmakta zorluk çekiyorum. Ne yesem kendimi ağırlaşmış hissediyorum. Yediklerim konusunda çok seçici olmama, şeker, un ve hayvansal hiçbir gıda tüketmememe rağmen devamlı kilo alıyorum. Üstelik yogada da ortalama bir yemek masası kadar esnekliğim kaldı. Hepsini bir araya getirdiğimde yeni bir oruç vakti geldiğine karar verdim. Düşündüm de en son 2009 Mayıs ayında Dubai'de bir sebze/meyva suyu orucu yapmıştım. Sonrasında ne dağbaşı Vipassana meditasyon merkezlerinde, ne Malezya'nın adalarında, ne de Bali'nin köylerinde yemek seçmek ya da yemeği tamamen bırakıp da kilolarca sebze ve meyvanın suyunu sıkma lüksüm olmadı. Şimdi Istanbul'da iki farklı meyva suyu sıkacağı ve Asya'ya göre hem daha fazla sebze çeşidi hem de daha yerleşik bir hayatla yeni bir oruca hazırım. Aslında hazır mıyım bilmiyorum ama ihtiyacım olduğu kesin, o yüzden yarın öğlen başlıyorum. Amacım 40 gün ama "sürmesi gereken zamana kadar kadar sürer" diyerek kendime bir de açık kapı bırakıyorum.

Her türlü orucun bedensel amacı sindirim sistemini kapatıp vücüdun kendini yenilemesi için yeterli enerjiyi açığa çıkarmak. Sadece su içerek yapılan oruçlar arınma ve onarma için en ideali. Ama bu tür oruçları günlük hayata devam ederken yapmak çok zor, bir merkezde ve her türlü sorumluluktan uzakta olmakta fayda var. Posalarından tamamen arındırılmış bir sebze/meyva suyu orucu ise kişinin yeterli (hatta yemek yediği zamanlardan kat kat fazla ve daha kaliteli) vitamin, mineral ve kalori almasını sağlıyor. Kaloriler günlük aktivitelerin devamı için gereken enerjiyi sağlıyor ve metabolizmanın geri dönüşümsüz şeklide yavaşlamasına engel oluyor. Sebze/meyva sularından alınan vitamin ve mineraller de gereken her yerde onarım ve yeniden yapılanma için kullanılıyor. Oruçların duygusal ya da ruhsal amaçlarına da daha sonra değinirim.

2006-2009 arasında Dubai'de sayısını hatırlamadığım kadar çok sebze/meyva suyu orucu yaptım. En kısası 1, en uzunu ise 16 gündü. Hemen hepsinde ilk 2-3 gün bir alışma devresi yaşadım ama sonrasında kendimi muhteşem hissettim. Hatta orucu bozduğum günler hafif depresif geçti. Sonuncusundan bu yana 2.5 yıldan fazla zaman geçtiği için açıkçası bu sefer biraz çekincelerim var, en çok da ilk birkaç gün ortaya çıkacak olan detoks semptomlarından korkuyorum. Ancak ertelediğim sürece daha fazla toksin biriktireceğimi de bildiğim için  6 Mart'ta başlamaya karar verdim. Tarihin bir özelliği yok, sadece önümüzdeki 3 günde işlerim daha az yoğun olacak ve ben detoks etkileri ortaya çıkarsa uzanıp yatabileceğim.


Bu tür bir arınmaya ilk merak duyduğumda 7 günden 93 güne kadar bu tür oruçları tutan insanların deneyimlerini birinci ağızdan paylaştıkları günlüklerini okumak benim için her türlü araştırmadan, bilim adamı görüşünden, bu işten inanılmaz paralar kazanan detoks merkezlerinin tanıtım siteleirnden falan çok daha bilgilendirici ve cesaretlendirici olmuştu.Çok da derinlemesine araştırmadım ama bu konuda Türkçe bir blog bulamadım, o yüzden kendi deneyimlerimi paylaşmak istedim.