Wednesday, March 28, 2012

22-23. günler

portakal seni seviyorum ama bir süre ayrı kalalım
2 gündür Ankara'dayım, birkaç saat önce geldim. Sebze-meyva suyu orucu açısından en başarılı günlerim olmadı. Fakat hayatımda hiç yapmadığım şeylere adım attığım ve büyük ihtimalle bundan sonraki birkaç yılımı çok etkileyecek kararlar aldığım bir seyahatti.

Salı sabahı otobüse binmeden önce yarım litre kadar yakın yeşil elma, salatalık, kereviz sapı, ısırgan, zencefil ve lime suyu sıktım. Otobüsü beklerken bir portakal suyu içtim, yolun kalanında da yanımdaki yeşil karışımı bitirdim. Bu tekrar Istanbul'a dönene kadar içtiğim son sebze suyu oldu. Sonraki yaklaşık 30 saat boyunca portakal, greyfurt, limon havuç ve elmanın çeşitli kombinasyonları ve bolca bitki çayı tükettim. Hava zaten çok soğuktu, zeytin yaprağı, ekinezya, biberiye çaylarını içip durdum, hiçbişey olmasa kaynar su dolu kupayı ellerimin arasında tutmak çok daha iyi geldi. Ben "6 yıldır kış görmedim, soğuğa olan alışkanlığımı yitirdim" derken önce Istanbul 43 yılın en soğuk kışını yaşadı, sonra Mersin'e kar yağdı, en son da bu sabah bademlerin bile çiçek açtığı Ankara'ya kar yağdı. Nereye gitsem kar yağıyor. Aylardır kendimi yanlışlıkla kutuplara postalanmış deve gibi hissediyorum, yeter yahu.

Son iki gün kesin olarak gösterdi ki sadece meyva suyuyla arınmaya çalışmak hiç iyi değil. Elma ve havuçtaki şeker bile fazla geliyor. Kazara kaçan incecik posalar hariç sindirim sistemime 23 gündür katı hiçbirşey girmedi. İçtiğim herşey de saf ve vitamin, mineral, enzim yönünden çok zengin sıvılar. Şu anda sindirim sistemim yeni doğmuş bir bebeğinki kadar temiz ve hassas. Biraz fazla şeker, çok soğuk içecekler, çok keskin tadlar, kokular beni normalden kat kat fazla etkiliyor. Hele sigara dumanı mahvediyor.


Pazartesi akşam Tarlabaşı'na kargo yetiştirmeye çalışırken düşüp dizimi biraz yaraladım. Neyse ki geçen günlerde ağrısı geçti diye sevindiğim sol dizim değildi. Eve dönüp hemen dinlenmek ve buz koymak akıllıca olurdu ama çok işim vardı ve dizimin şişeceğini ve sonra daha yavaş iyileşeceğini bile bile yürümeye devam ettim. Ancak 2 saat kadar sonra bacağımı uzatıp buz koyabildim, fakat arada durmadan içgörü meditasyonu (insight meditation/Vipassana) yaptım. Acıdan kaçmak ya da başka şeylerle aklımı dağıtmaya çalışmak yerine gözlerimi kapadım ve acının tam merkezine gidip orada onunla kaldım. Bir süre sonra o noktada acı kayboldu ve biraz yana kaydı, ben de dikkatimi onunla kaydırıp ve hep acı, yanma, ağrı hissini takip ettim. Farkındalığı yeterince içe döndürebilir ve zihnen hareketsiz kalabilirseniz bedendeki her türlü duyumun bir noktada belirdiğini, bir süre kaldığını ve sonra çözülüp yokolduğunu farkedebilirsiniz. Delirtici kaşıntılardan ağrılara her türlü duyum için geçerli bu. Bir süre sonra gayet yürüyebilir haldeydim. Ertesi sabah da hiç morarma olmadan uyandım ve üzerine 6 saat otobüs yolculuğunda bacaklarımı sarkıtmış olmama rağmen şişmedi. Bu oruçla birlikte bedenimin kendi kendini onarma ve yenileme kapasitesinin arttığını hisediyorum. Ayrıca sanırım boşta bi yerlerde şişmeye yol açabilecek fazladan lenf sıvısı da kalmadı. İçgörü meditasyonunun en çok işe yaradığını düşünüyorum ama  tek kelime konuşmadığı 11 günlük meditasyon kamplarında mutlu olan, arınmak için 40 gün kendini yiyecekten mahrum eden, kanser olmayayım diye bağırsaklarını yıkatan birinin görüşü bu...

Eve gelirken manava uğrayıp bir sürü sebze aldım. Biraz mineral yüklemesi yapmakta fayda var. İlk iş 1 bağ ıspanak, yarım demet maydonoz, yarım demet ısırgan, 4 sap kereviz, 3 yeşil elma, yarım lime ve biraz zencefil sıktım. Yarım litreden biraz fazla su çıktı. Şimdi tüm o muhteşem yeşillerin hücrelerimi beslediğini hissederek huzur içinde oturuyorum.

No comments:

Post a Comment