Wednesday, September 12, 2012

gözlüklere veda - 3


Aslında bu yazıyı bir haftalar önce yazmalıydım ama ancak vakit buldum…
buna mı inansam, gördüğüme mi?
Gözlüksüz geçen 9 günden sonra Mersin’de göz muayenesine gittim. O 9 gün boyunca her gün göz egzersizlerimi yaptım ve ara ara görüşümü kendim test ettim. 3. ve 7. günlerde arkadaşlarımla aynı yere kahvaltıya gidip aynı masaya oturmuştuk. İlk gidişte karşımda oturan kişinin gözlerini sadece yaygın bir karartı olarak görebiliyordum, ikinci seferde göz bebeklerini ve gözaklarını çok net ayırt edebiliyordum. Aynı şekilde ilk gidişte uzaklara baktığımda ufuktaki binalar duman rengi bir küme olarak görünüyordu. İkinci seferde ise (hala tam net olmasa da) binaların birbirinden yükseklik ve renk farklarını ve değişik renkteki pencere çerçevelerini seçebiliyordum. Bu ve benzeri deneyimler bana gözlerimin 2 derece düzelmiş olabileceğini hissettiriyordu, annem de en az 3 derece fark olacağını iddia ediyordu.

Doktor muayenede önce varolan gözlüklerimin numarasını ölçtü; sağ 5.0 sol 5.5 derece miyopmuş ve iki gözümde de 1 derece astigmat varmış. Oysa en son kullandığım lensler sağ 4.0, sol 4.5 idi. Doktora sadece göz numaramın değişmiş olabileceğinden şüphelendiğimi söyledim, o da gözlerimi tekrar test etti ve beni şok eden bir beyanatta bulundu: Göz bozukluğumda hiçbir değişiklik olmamış! Duyunca kadının yüzüne ne kadar şaşkın bakakaldıysam “çok mu rahatsızsınız, gözlükle başınız mı ağrıyor?” gibi sorular sorup yeni testler yaptı. Ancak çıkan sonuç değişmedi, ölçüme göre sağ 5.0 sol 5.5 derece miyop aynen devam ediyordu.

Gözlerim daha iyi görürken ölçümlerin değişmemesini anlayamadım. Yine de gözlükçüye gidip camlarımı yarım numara küçükleriyle değiştirdim, sonra fark ettim ki aslında bir numara küçükle de değiştirsem olabilirmiş, çünkü hala çok net görüyorum.

beyinle ilgilenen herkes mutlaka okumalı
İstanbul’a döndüğümden beri bunu araştırıyorum, düzelen ama ölçüm cihazları tarafından tespit edilemeyen X faktör ne olabilir diye. Sonuçta sinir sistemine ait ve hala keşfedilmemiş o kadar çok şey var ki… Beyinle ilgili yepyeni ama yaşamsal önemi olan bir sistem ancak yeni gözlemlenebildi ve bilimsel yayınlarda geçen haftalarda yer bulabildi (buradan okuyabilirsiniz). Göz bozukluğunu test eden aletlerin henüz ölçemediği ama görmede çok etken rolü olan başka birşeylerin olduğunu düşünüyorum. Neuroplasticity’den adaptasyona çeşitli alternatifleri araştırmaktayım. Deneyimleriniz, fikirleriniz, serbest çağrışımlarınız, bilginiz varsa ve paylaşırsanız çok sevinirim.

Sunday, August 19, 2012

gözlüklere veda - 2


Salı sabahı uyanınca gözlüklerimi takmadım. Buzdolabında ıspanağı bulmak, duşta sıcak-soğuk su musluklarını ayırt etmek vb zormuş yahu. Net görememek ve özellikle de mesafeleri kestirememek çok huzursuz edici bir durummuş. Astigmatın etkisi olsa gerek, basamakların yüksekliğini çukurların derinliğini falan hiç ayarlayamıyorum. Altı gündür dikkat ederek, önüme bakarak yürüme halindeyim.

Salı gününü tamamlamak zor oldu, sıkça “bunu yapamayacağım” diye düşündüm ama gözlüklerimi yanıma almadan evden çıktığım için fikir değiştirme şansım yoktu. Çarşamba biraz daha alışmış ve rahatlamıştım. Perşembe ise “Gözlüklerimi takmadan Adana’dan İstanbul’a kadar gidebilirim sanırım” diye düşünmeye başladım. Cuma ve Cumartesi görüşümde önceki güne göre fark edilir bir iyileşme olmayan günlerdi. 2 duraklama gününden sonra bugün (Pazar) her şey biraz daha netleşti. İlk güne göre fark edilir bir ilerleme var ama kaç derecedir bilemiyorum.
gözlüksüz sağdakine yakın bişeyler görüyorum

Bu derece miyopta bazı şeyler bir renk bulutu olarak görünüyor, bazı şeyler şekil değiştiriyor ve birçok şeyde detaylar tamamen kayıp. Mesela uzaktaki insanlar kıyafetlerine göre bir renk bulutu gibi görünüyorlar, tanıdığım kişileri yürüyüşlerinden, boylarından ayırt edebiliyorum. Yakınımdaki insanların vücut formları tamamen değişiyor sanki fazla modernize bir tablo gibi, yüzlerinde ise detaylar kayboluyor.

Görüşümün iyileşmesini desteklemek için bir şeyler daha yapmanın iyi olacağını düşündüğüm noktada CranioSacral danışanlarımdan birinden e-mail geldi, blogu okuyup bana bir link göndermiş. Linkte Bates metodundan sözediyordu. Bates taa 1900lerin başında göz bozukluklarının, alışkanlığa bağlı kas zorlanmalarından (habitual strain) meydana geldiğini ve göz kasların dinlendirilmesiyle göz bozukluklarının tamamen geri dönebileceğini iddia etmiş. Bunun için de bir dizi egzersiz geliştirmiş. Ben de fırsat buldukça Bates metodunu göz yogasıyla harmanlayıp uyguluyorum. Uyguladığım egzersizler şunlar:

göz yogası hareketleri
1. Dimdik oturup, boynumu da düz ama rahat tutarak tam karşıda 2-3 metre ötede bir noktaya bakıyorum. Nefes alırken başımı hiç hareket ettirmeden gözlerimi mümkün olan en yukarı noktaya kaldırıp, nefes verirken yine tam orta noktaya indiriyorum. Bunu yukarı, aşağı, sağ, sol, sağ üst çapraz, sağ alt çapraz, sol üst çapraz, sol alt çapraz olmak üzere 8 yöne uyguluyorum ve her yön için en az 10 tekrar yapıyorum. Burada önemli olan gözleri hareket ettirirken tam kaslarda zorlanmayı hissetmeye başladığım noktaya kadar gelmek; ne aşırı zorlama ne de hiçbirşey hissetmediğim bir aralıkta gezinmek. Özellikle göz kaslarını aşırı zorlama göz sinirlerine yük bindirebiliyor ya da baş ağrısı yapabiliyor aman dikkat


2. İki elimi hızlıca birbirine sürterek ısı yaratıyorum, sonra avuç içlerimi çukurlaştırarak gözlerimin üstüne kapatıyorum. Ellerimin yüzüme baskı yapmaması ve kollarımın da yorulmaması için mutlaka dirseklerimin altına bir yastık alıyorum. Sonra göz ve yüz kaslarımı olabileceği en rahat konuma getirip karanlığa bakıyorum. Bunu yaptığım sürece göz kapaklarım kapalı oluyor. Günde en az 2 kere, 10 dakika tekrar etmeye çalışıyorum. Her 10 dakikalık seanstan sonra gözlerimi ilk açtığımda birkaç saniye de olsa renkleri çok canlı ve konturları çok net görüyorum. Bu da bana gözlerimin aslında net görme potansiyeli olduğunu ve tek yapmama gerekenin bu potansiyeli açığa çıkarmak olduğunu fark ettiriyor.

3. İkinci adımı birkaç gün tekrar edip karanlığa bakmaya alıştıktan sonra bu adıma geçilebilir. Elleri ve gözleri aynı konuma getirip bu sefer bir ağaç ya da bir bulut “görmeye” çalışıyorum. Beyinde hayal etmek değil, gözler açık ve ağaç tam karşındaymış gibi tüm detaylarıyla görmek… Ve bu gerçekten çok zor.

Hira Ratan Manek - 411 gün sadece güneşe bakarak yaşamış
4. Güneşe bakmak. Ancak ikinci adımı birkaç gün tekrar edip karanlığa bakmaya alıştıktan sonra bu adıma geçilmelidir. Sadece güneşin dik olmadığı saatlerde (11-15 saatleri dışında) uygulanmalıdır. Bir gözümü elimle kapatıp diğer gözümle güneşe bakıyorum, sonra diğer göze geçiyorum. İlk gün 10 saniye ile başladım ve her gün 10 saniye artırıyorum. Güneşe bakarken önemli olan gözleri kısmamak hatta mümkün olduğunca yumuşak ve odaksız şekilde bakabilmek. Güneşe bakmak göz bozukluklarını iyileştiriyor mu konusunda çok fikir ayrılıkları var, ancak müthiş bir enerji veriyor!
Eğer güneşe bakmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız lütfen bunu denemeyin. Güneş değil ama bu şüphe gözlere zarar verebilir.

Güneşe bakmak ve göz yogası Bates metodunda yok, benim eklemelerim. Bates metodu gerçekten ilginç. Daha detaylı bilgi için bu konudaki Türkçe kaynaklara bakabilirsiniz. Sadece güneşe bakarak yaşamak konusu ilginizi çekerse de Hira Ratan Manek'i mutlaka araştırın.

Wednesday, August 15, 2012

Çiğ çiğ yerim: 13-15. günler

yamuk yayla domatesleri - leziz!

Mersin’de çiğ beslenmek bir açıdan çok kolay bi açıdan da çok zormuş. Kolay çünkü meyve ve sebzeler çok çeşitli, çok doğal ve çok ucuz. Annemlerin yaylada kaldıkları evin az yukarısında pazar kuruluyor, köylüler sabah topladıkları ürünleri aynı gün orada satıveriyorlar. Yamuk kocaman domatesler, incecik yeşil fasulyeler, kocaman kara çekirdekli karpuzlar… Pazar günü dışında bişeye ihtiyaç varsa o da sorun değil, teyzeler amcalar o sabah ne topladılarsa erkenden onları yayladan Mersin’e inen yol üzerinde satıyorlar. Kiminin tezgahında sadece 10 karpuz oluyor, kimisinde kasalar dolusu sebze. Malları bitince de evlerine dönüyorlar. Böylece 2 gündür bir leziz domates, kütürdeyen karpuz ve ballı incir cennetindeyim. Bir yandan da zor çünkü bir yandan teyzem bir yandan annem tüm o nefis sebzelerden acayip leziz yemekler pişiriyorlar.

ezme salata

İlk geldiğim akşamın yemeğinde pişmiş ne varsa silip süpürdüm. Ağır geldi. Ertesi gün kontrolü ele almaya karar verdim. İki gündür sabahları yine green smoothie’mi içiyorum. Sonra kocaman beslenme çantamı hazırlıyorum ve Mersin’e iniyoruz. Sabahtan bir tur diş tedavisi yapılıyor, sonra 2 kocaman dilim karpuz yiyorum. Öğlen taze ezme salata ve 10 yaprak kadar marul yiyorum. Ezme salata burada gelende ciğercilerde, ciğerin ya da şiş kebabın yanına ücretsiz servis edilir. Oysa ben onun taze (ve ete değmeden) hazırlanan halini ana yemek olarak yiyorum. Buradaki tazecik domatesler ve maydanozlarla nefis lezzetli bişey oluyor. Öğleden sonra biraz kaju, biraz kayısı ya da el altında ne varsa atıştırıyorum. Akşam da iftar saatinde ziyafet bir sofraya oturuyoruz. Her gün en az 3 çeşit salata oluyor ve bir de pişmiş sebze yemeği. Buradaki nefis sebze yemeklerine direnmemeye karar verdim. Dün akşam zeytinyağlı fasulye yedim, bu akşam da patates salatası. Pişmiş olan her şey doğal malzemelerle ve çok sevgiyle hazırlandığı için yemekte hiçbir sakınca görmüyorum. Zaten yemesem fena halde aklımda kalacak …

Eğer pişmiş bir şeyler yiyeceksem yanında ya da hemen öncesinde mutlaka çiğ bişeyler yiyorum. Çiğ sebze ve meyvelerdeki enzimler pişmiş gıdaların sindirimine de yardımcı oluyor ve böylece sistemime daha az yük yaratıyor. Annemlerin de yediği pişmiş yemeklerin yanında değişik çiğ lezzetler olsun diye 2 gündür çeşitli salatalar yaratmaya çalışıyorum. Bugünkü çalışmalarımdan örnekler:
portakal ve nar ekşisi soslu yeşil salata

susamlı lahana salatası

Adana’da uçaktan iner inmez annem göz aklarımın ve dişlerimin ne kadar beyazladığını fark etti. Cildim de çok güzelleşmiş, gözeneklerim sıkılaşmış. Çiğ beslenmeye başlayalı daha 2 hafta olmadan, üstelik de bu kadar rahat takılırken gözle görülebilir farkların olması çok hoşuma gitti. Ertesi gün diş muayenesinde ise daha iyi haberler aldım. Diş etlerim uzun yıllar olmadığı kadar sağlıklıymış. Yaklaşık 3 haftadır düzenli olarak “oil pulling” yapıyorum. Türkçe karşılığı yok sanırım ama yağ ile ağız çalkalama diye çevirebilirim. Dişetlerimin sağlıklı olmasında bence oil pulling’in ciddi katkısı var. Çok olumlu faydalarını görmeye başladım, bir ara da detaylı olarak onu yazayım.



Monday, August 13, 2012

gözlüklere veda


Yıllar önce göz bozukluklarının ameliyatsız, lazersiz geriye döndürülebildiğini okumuştum. Yazı göz bozukluklarının belirli kas ve sinirlerdeki fonksiyon bozulmalarından oluştuğunu ve göz kasları doğru şekilde çalıştırılırsa bu bozuklukların azalacağından söz ediyordu. Birkaç ay sonra başka bir yazıda aslında vücuttaki tüm rahatsızlıkların iyileşmesindeki temelin niyet etmek olduğuna yönelik bir ifade gördüm. İyileşmeye ve değişme isteğinin hasta kalmak ya da sağlıklı olmak arasındaki temel fark olduğunu anlatıyordu. Bu aynı hastalığa sahip iki insandan birinin neden iyileşip diğerinin neden hasta kaldığını çok net ifade ediyordu. İyileşmedeki tek faktör istek ve niyet değil tabii ki, ama bence en önemlilerinden biri.

Kendimce bu ikisini birleştirdim. Yaklaşık 2.5 yıl önce, 7 yaşından beri ilerlemesi durmamış olan miyop gözlerimi iyileştirmeye karar verdim. Her zamanki üşengeçliğimle de göz yogası kısmını atladım ve sadece istemekle bile bunun mümkün olacağını kendi kendime tekrar ettim.

İlk olarak ilkokul 1. sınıfta yazılılarda sıra arkadaşımın kağıdına bakarken öğretmenim gözlerimin bozuk olabileceğinden şüphelenmişti. O kadar inek ve uslu bir öğrenciydim ki kopya çekebileceğim aklına gelmemiş, tahtayı görmediğim için yandakinin kağıdına sarktığımı hemen fark etmişti. 1 derece miyopla gözlük takmaya başlamıştım, sonra göz bozukluğum düzenli olarak artarak birkaç yıl önce sol gözümde 5.50 sağ gözümde ise 4.75e ulaştı.  Göz numaramı azaltmaya karar verişim de o zamana denk geliyor.

Geçtiğimiz 2.5 yılda sol gözümü 5.50den 4.50ye, sağ gözümü ise 4.75ten 4.00e indirmeyi başardım. Sadece aklıma geldikçe “göz bozukluğum azalacak” diye düşünüyorum. Sistematik bir çabam yok ve yine de oluyor! Bence hiç fena değil. Bunu da orada burada anlatıp duruyordum. Bir CranioSacral eğitimi sırasında söz ettim bundan, hocamız dedi ki “Eğer 11 gün boyunca hiç kontakt lens ya da gözlük takmadan yaşarsan bu sürenin sonunda miyobun sıfırlanır”. Leonid dünyanın sayılı şifacılarından ve birebir deneyimi olmayan hiçbir konuda atıp tutmaz, o yüzden bu iddialı yöntemin doğruluğunu asla sorgulamadım. Ama göz bozukluğum o kadar ileri ki, lens ya da gözlük takmadan 11 gün hayatımı tek başıma idame ettirmem çok zor. 3 karıştan uzaktaki her şey benim için sadece bir renk bulutu.

Şimdi 10 gece 9 gün Gözne yaylasında pinekliyor olacağım. Ara ara diş tedavisi için Mersin’e inmek dışında bahçeli minicik bir evden dışarı adım atamayacağım. Bu süre Leonid’in önerdiği lenssiz ve gözlüksüz hayatı denemek için bana çok ideal geldi. O yüzden 2 hafta önce lenslerimi çıkardım ve gözlüğe geçiş yaptım. Bu gece yatarken de gözlüğümü son kez çıkaracağım ve 23 Ağustos’ta Adana- İstanbul uçağına binene kadar tekrar takmayacağım – en azından niyetim bu. İstanbula gelmeden önce de bir göz muayenesi olup göz numaramdaki iyileşme ne kadar bir kontrol ettireceğim.

Dün küçük bi deneme yaptım. Sabah uyanınca gözlüklerimi takmadım ve akşam 8e kadar evde gözlüksüz yaşamayı denedim. Görme şansı varken görmemeyi seçmek ve bulutsu ve puslu bir dünyada yaşamak çok kolay değil, hatta rahatsız edici. Evim kadar minicik ve tanıdık bi yerde bile bazen zorlandım, özellikle bişeyleri aramam gerektiğinde ya da çevremde rüzgar sebebiyle ani bir hareket olduğunda çok huzursuz oldum. Dışarı çıkamadım. Yine de 31 yıldır gözlüksüz ya da kontakt lenssiz ve uyanık geçirdiğim ilk 10 saatti.

Yarından itibaren blog yazılarımı herhalde 22pt bold Helvetica ile yazarım, ya da klavyeyi görmediğim için yazamam, bilemedim :)

Sunday, August 12, 2012

Çiğ çiğ yerim: 9-12. günler


Ayay başlayalı 10 günü geçmiş! Bu 10 günde neler değişti?
- Mutluyum, son birkaç gündür bayağı mutlu uyanıyorum ve günüm öyle devam ediyor
- Yaz gelince yapış yapış havayla düşmüş olan enerjim yerine geldi
- Daha az uyku yetiyor. Bu aralar tembellikten genelde geç saatlere kadar uyuyorum ama gerektiğinde 6 saat uykudan sonra, saat kurmadan kalkabiliyorum.
- Göz aklarım ve dişlerim daha beyaz
- Bacaklarımdan yüzüme, tüm vücudumda cildim sanki sıkılaştı, güzelleşti. Hoş, derinden gelen bi ışıltı var.
- Ve fakat çenemde 10 ergenin yüzünü kaplamaya yetecek kadar çok miktarda ve acılı sivilceler var yine. Üstelik de neredeyse 1 haftadır oradalar ve azalmıyorlar. Yani neyin arınmasıdır bu anlamıyorum?
- Biraz da inceldim sanki. Tüm gün “öfff sıcak” diye evde oturup hiç hareket etmeden ve her gün 2 kilo meyve yiyerek incelebilmek nefis! Tartım yok o yüzden kilo verdim mi bilmiyorum.

Badem çok besleyici, hele de kavrulmamışı
9 ve 10. günler %100 çiğ beslendim (üstelik de zeytinsiz!) ve gerçekten müthişti. Sabahları bir litre green smoothie, öğlen kocaman bir salata, akşam da ya salata ya da meyve ve aralarda istediğim kadar meyve ve suda ıslatılmış badem ya da ceviz.

Beslenme çoğumuz için ölçülen, tartılan kısıtlanan bişey. Yemek yediğimizde kendimizi suçlu hissederiz, telafi etmemiz gerektiğini düşünürüz. Ertesi günü ya aç geçiririz ya da gym’de kendimizi cezalandırırız. Sonuçta yediğimiz şeyler ne bedensel ne de duygusal olarak bizi besler.
Oysa canlı beslendiğinizde, bir süre sonra sisteminiz arındıkça kendi kendini dengeleyebilir hale gelir. Neye ihtiyacı olduğunu hissederek size işaret verir. Mesela kalsiyuma ihtiyacınız varsa canınız badem ister ve avuç avuç yeseniz de kilo almazsınız. Bağışıklık sisteminiz zayıflamışsa bir oturuşta 7 portakal yiyebilirsiniz. Hayatta aklınıza gelmeyecek, belik çok da sevmediğiniz bi sebzeyi salataya doğrarken bulabilirsiniz kendinizi. Diyetisyenlerin “bir kibrit kutusu” formülleri değil, sizin bedeninizin gerçek ihtiyaçları sizin neyi ne kadar yiyeceğinizi belirler. Güzel bir döngüdür bu, siz bedeninizi dinleyip onun ihtiyaçlarını karşıladıkça bedenininiz de size daha çok güvenip daha çok şey paylaşır…

Ha, 9 ve 10. günler muhteşemdi ya, sonra şımardım. 11. gün öğlen yemeğim mercimek çorbası, akşam yemeğim üzüm ve leblebiydi. 12. gün yağmurdan ve tembellikten evden çıkamayınca evde bulabildiğim malzemeyle curryli patates yaptım. Patates ki sindirimi kolaydır, basit karbonhidrattır falan  ağır geldi. Gece ¾ kavunla günü kapattım, ama patatesten karnım hala şişkin.

Yarın öğlen 10 günlüğüne Mersin’e gidiyorum. Mersin’e bile değil, Gözne yaylasına. Bir yandan çok seviniyorum çünkü dağ köylerinden sabah toplanan domatesleri, ıspanakları alıp yiyebileceğim. Ama 5 kişinin her öğün bişeyler pişirip yiyeceği bir evde olacağım, o nasıl olacak bilemiyorum.

Friday, August 10, 2012

Çiğ çiğ yerim, ama kaç paraya?

manavdan daha zengin çeşit sunabilen bi lokanta var mı?

Çiğ beslenme aslında dünyada hem en pratik, en hızlı hem de en ucuz olabilecek beslenme modellerinden biri. Manavdan 1 kilo kayısıyı 4 liraya alıp anında yıkayıp yiyerek doyabiliyorum. Üstüne üstlük de hangi restorana gittim, masamın yeri iyi miydi, menüden ne seçtim, servis hızlı mıydı dertlerinin hiçbiri olmadan, ucuz, doğal nefis ve sağlıklı bir yemek. Canım biraz daha çeşitli ve renkli bişeyler mi istedi? En yakın esnaf lokantasına girip bir çoban salata bir de mevsim salata aldım mı da en az 6 çeşit sebze yemiş ve doymuş oluyorum. 2 porsiyon salata Beyoğlu’ndaki birçok lokantada 3-6 lira. Ya da evden çıkarken yanıma bir avuç fındık biraz da kuru dut aldığımda uzun saatler nerede ne yiyeceğim derdi olmadan dışarıda olabiliyorum. Ani açlık krizlerini atlatabilecek kadar nevale yanımda olduğunda da acele ve sonrasında  pişman olacağım kararlar vermemiş  oluyorum (Patlıcan kızartmaya saldırmak bende hep bi pişmanlık duygusu yaratır).

Çiğ vegan beslendiğimde aslında konvansiyonel beslenmeye göre çok daha fazla hacimde yiyecek tüketiyorum. Ama ilginçtir ki genelde daha az para veriyorum ve kat kat daha fazla gerçek besin alıyorum. Çiğ beslenmenin sadece havuç kemirmek ya da sonsuza dek marul yaprağı çiğnemek olduğu gibi bi yanlış inanış var. Çiğ beslenmede seçenekler çok fazla ve gittikçe de artıyor.
çiğ vegan çikoloatalı puding ( http://gliving.com)
Öğünlerinizi çiğ ve vegan yemekler sunan restoranlarda yemek isterseniz (mesela Akatlar’daki Saf) çok lezzetli ama biraz pahalı şeyler yiyebilirsiniz. Hiç ateş görmemiş nefis pizzalar, yumurtasız ve sütsüz çikolata bombası tatlılar aynı zamanda “aah nerde o çikoloatalı kek yiyebildiğim günler” nostaljinizi tatmin ediyor.
Organik pazarlardan kendi sebze ve meyvalarınızı alıp her öğününüzü evde hazırlayabilirsiniz. İdeal senaryo bence bu, böylece hem malzemelerin sağlığından ve kalitesinden hem de sevgiyle hazırlandığından emin olabilirsiniz.
Ben daha tembelim, üstelik de parasız bir dönemimdeyim. (Parasız herkes için farklı algılanabilecek bir kavram. Benim sözettiğim asgari ücret kadar bir parayla tüm ayın beslenme ve ulaşımını karşılayabilmek.)  “Çiğ beslenme pahalı” diyenlere örnek olsun diye bu aralar ortalama bir günümün yemek maliyetini detaylandıracağım.

Sabah: Green smoothie. İçinde 200 gr kadar ıspanak (50 kuruş), biraz nane (40 kuruş), 3 yaprak marul ya d kuzukulağı (~10 kuruş), 2 muz (1.5 lira), 1 kiwi (75 kuruş), yarım limon (25 kuruş), 2 portakal (70 kuruş) 2 hurma (işte bunun fiyatını bilmiyorum) ve 1 tatlı kaşığı hemp seed ( 50 kuruş) oluyor, Yani bir litreden fazla ve hemen her türlü vitamin ve minerali içeren bir içeceğe kahvaltı için yaklaşık 4 lira veriyorum.
Ara: Gün içinde ara öğünlerde bir kavun artı bir kilo kadar kayısı/üzüm/nektarin yiyorum. Bunun da ortalama maliyeti 6-8 lira.
Öğlen: Balkan lokantasından aldığım bir porsiyon mantarlı salataya (3.5 lira) evde Chimera’nın karışık yeşilliğinden ¼ paket (~1 lira) ve domates (50 kuruş) ekliyorum. Öğle yemekleri de ortalamada 5 liraya maloluyor
Akşam: Eğer arkadaşlarımla dışarıda buluştuysam peynirsiz Akdeniz salata yiyorum (~10 lira), evdeysem bazen öğlenin aynısını (5 lira), bazen de sadece meyva bir kase fındık ya da badem yiyorum ki bu da yaklaşık 5-6 lira tutuyor.
Bu aralar ortalama bir günün maliyeti 20-23 lira oluyormuş. Şu anda İstanbul’daki birçok cafe ve restoranda bir porsiyon makarna fiyatından daha az. Yediklerimin makarnadan çok daha besleyici olduğunu söylememe gerek bile yok sanırım?
Bir süre sonra, özellikle de kış sebzeleri çıkmaya başladıkça bu maliyet daha da azalacak. Ayrıca hala umutluyum, dışarıdan salata almak yerine gün gelip evde kendi salatamı yapacağım. Maliyeti belki çok azaltmayacak ama en azından aldığım besin miktarı artacak.

Wednesday, August 8, 2012

Çiğ çiğ yerim: 4-8. günler

Bu çiğ beslenmeye geçiş süreci fazla kolay oluyor sanki… Geçiş burada anahtar kelime, kendime karşı olan beklentilerimi azaltıyor. Az beklenti de mutluluğu beraberinde getiriyor-muş.
Normalde gri tonlarım yoktur, siyah ya da beyaz. Geçişler de becerebildiğim şeyler değillerdir. Bi sabah uyanırım ve bişeyleri 180 derece değiştirmeye karar verip o an başlarım. Bir süre kafa göz dalar sonra sonra genelde sıkılır bırakırım, aynı koşullarda devam edebildiğim nadirdir.  Hatta veganlık ve içki içmemek son 6 yılda yaşamımda hiç taviz vermediğim iki ana başlık olsa gerek…
İşte o yüzden de bu sefer bi “geçiş” yapabiliyor olmak, ara ara kaçamaklara izin verip onlara gülümseyebilmek ve hatta bu kaçamaklardan keyif alabilmek hoşuma gitti.

Kendi yemeğimi hazırlama konusunda hala çok tembelim. Sabahları green smoothie’mi yapıyorum, her öğlen de yan sokaktaki Balkan Lokanası’ndan paket bi salata alıyorum. Rengarenk ve çok da leziz salataları var. İçinde bir gün haşlanmış mantar bir gün de haşlanmış patates oluyor. Sonra evde o salataya bir sürü marul, yeşil biber, domates ve sızma zeytinyağı ekleyip yiyorum. Cumartesi akşam yemeğim Govinda’da vegan
Govinda'nın vejetaryen tabağı
tabağıydı. İçinde acayip kızarmış şeyler olsa da Govinda’nın yemeklerinin enerjisi nefis, sevgiyle yapıldığı için oradaki kızartmalar asla beni rahatsız etmiyor. Pazar akşam yemeği peynirsiz Akdeniz salata, Pazartesi yarım kavun ve bir kiloya yakın kayısı idi. Salı yani bu akşam da tekrar Balkan'dan bir salata ve yarım kavun yedim. Düşününce aslında Cumartesi hem öğlen hem de akşam fazla pişmiş yemişim, özellikle de kızartma. Ama kalan günlerde sadece 3-5 parça haşlanmış mantar ya da patates ve salamura zeytinler dışında gayet “canlı” beslenmişim.

Çayı da unutmamak gerek tabii, onu da bi anda bırakmak iyi gelmedi bana, o yüzden her gün 2-6 bardak arası çay içmişim.

Çiğ ve vegan çikolatalar:)
Çiğ beslenmenin bir sürü yolu var. Çok özenerek hazırlanmış gurme yemekler yiyebilirsiniz. Ağırlıklı meyva ile beslenebilirsiniz ki bu çok arındırıcıdır. Yeşil sebzelere ağırlık vermek de çok alkalize edici ve mineral depolayıcıdır. Pişmiş yemekler yiyenlerin hayatında ne kadar çok tercih ve çeşitlilik varsa aslında çiğ beslenmede de en az o kadar çeşit vardır. Ama uzun süredir böyle beslenenlerin hemfikir olduğu tek konu çiğ beslenmede yağ oranını düşük tutmanın sağlık için daha iyi olduğu. Fındık fıstığa, tohumlara, zeytinyağına ve özellikle de onların verdiği “tokluk” hissine kapılmak çok kolay. Başlangıç ve geçiş dönemleri için çok da önemli bir konu değil ama uzun soluklu canlı beslenmek isteyenlerin dikkat etmesi gereken bir konu.


Çevremdekilerle konuştukça farkettim ki, Çiğ beslenme İstanbul'da bir süredir modaymış. Bu modanın takipçileri de genelde de üst gelir grubundanmış. Ben çok düşük bir bütçeyle, fantastik besin destekleri ya da pahalı "hazır çiğ" besinler olmadan, ortalama bi manavda ya da markette bulunabilecek yiyeceklerle ve oldukça düşük bir bütçeyle beslenmekteyim. Yarın daha detaylı olarak bunu yazayım.

Saturday, August 4, 2012

Çiğ çiğ yerim: 2-3. günler


Çiğ beslenmeye karar verip, bunun en önemsiz aşaması olan siyah çayı, hem de bir anda keserek işe başladım. Zaten hep iyi düşünülmüş ve zekice kararlar veririm… Salı günü önce kahvaltıda sonra da mahallemizin çaycısında toplamda 15 bardak çay içmişimdir. Gece dişlerimi fırçalarken bir baktım ki sigara tiryakileri gibi rengi değişmiş dişlerimin. “Tamam” dedim, “artık çay yok”.

Ertesi sabah her zamanki gibi green smoothie’mi yapıp içtim. Normalde smoothie’den yarım saat sonra ilk çayımı içerim. Suyla idare ettim ama afyonum patlamadı ya, biraz dolanıp sonra tekrar yattım. Hafiften de bir başağrısı başladı. Öğleden sonra kalkıp bi salata yaptım. Çiğ mantarlı salatam nefis oldu ama tabağımı
Mantar salatası, ellerime sağlık
bitiremeden ben tekrar yatağa düşüverdim. Akşam 7 miydi, evde hiç yeşil bişey kalmadığı için zorla markete gittim. Yolda başağrısı da arttı, tüm geceyi ve Cumanın çoğunu mide bulantıları yaratacak kadar kuvvetli baş ağrılarıyla geçirdim.


Cuma akşamı bi CranioSacral seansım vardı, başım o kadar çok ağrıyorken seans vermem mümkün olmayacağı için duruma müdahale etmeye karar verdim ve bir fincan yeşil çay içtim. O beni süründüren başağrısı hemen geçmez mi, üstelik bi de kendimi iyi hissetmeye başladım… İçimde bi umut vardı, belki yağmurdan, havadan falan böyle sefil durumdayım diye ama tüm bunların müsebbibi çay bağımlılığı imiş. Sevmiyorum böyle bi maddenin beni
yataktan kalkamayacak derecede bağımlı hale getirmesini (buradan okuyabilirsiniz). Hani eroin, haşhaş falan olsa bi derece yahu, benim bağımlılık maddem halis Rize çayı. Komik diyesim geliyor ama o baş ağrılarını hatırladıkça gülemiyorum.
Keyif verici madde

Perşembe sabah green smoothie, öğlen marine edilmiş çiğ mantarlı salata ve akşam yarım kilo kayısı ve üzümle gayet başarılı bir gündü. Cuma sabah yine green smoothie, öğlen pirinç yufkasına sarılmış mesculen yeşillikler, domates ve zeytin (pirinç yufkası çiğ değil ama vegan ve glutensiz) , akşam bir avuç ıslatılmış badem, gece de türlü ve çoban salatayla idare ederdi. Cuma pişmiş ve gece 9da yedim ama en azından yanında salata vardı (salatadaki sebzelerin enzimleri, türlüdeki pişmiş sebzelerin sindirimini kolaylaştırır).
Yarın sabah 10dan akşam 7ye kadar üst üste seanslarım var, arada çıkıp bi salata alacak vaktim bile olmayacak. Günü çaysız ve yemeksiz nası geçireceğimi merak ediyorum.

Çiğ mantar en iyi vegan D vitamini ve selenyum kaynaklarında biri. Mantar salatasının tarifini paylaşayım.


Sos:
Salata:
Yarım portakal
Yarım limon
2 yk zeytinyağı
3 dal taze kekik
Pembe himalaya tuzu
Kırmızı biber
200 gr ince dilimlenmiş kültür mantarı
Mesclun yeşillik
Kiraz domates (dörde bölünmüş)
Filizlendirilmiş maş fasulyesi (ya da başka bir filiz)
Sivri biber

Sos için: Taze kekikleri ince kıyıp tüm malzemeyi el blenderiyla karıştırın.
Sosu dilimlenmiş mantarlar ve maş filizleriyle karıştırıp bir saat kadar bekletin. Bu hem filizleri yumuşatacak, hem de mantarın sosu emmesini sağlayacak. Sonra tüm malzemeleri salata kasesinde karıştırın. Afiyet olsun!

Thursday, August 2, 2012

Çiğ çiğ yerim

içim dışım böyle yeşil olsa ne mutlu olurum
Çiğ ya da canlı beslenme nedir hiç duydunuz mu? Besinlerin ya doğada olduğu haliyle ya da en fazla 48 derece santigrat ısıda işlem gördükten sonra tüketilmesi. Aşırı ısıdan ya da kimyasal işlem görmekten dolayı enzim yapısı, vitamini, minerali ve suyu özelliği hiçbir şekilde bozulmamış olan gıdalar, insanlara en doğal ve tam da olması gereken değerlerde besin sağlıyor. Bu kısacık, giriş amaçlı bi tanım olarak kalsın, çiğ beslenmenin faydalarını daha sonra uzun uzun yazacağım.

2006-2009 arası %100 çiğ ve vegan beslenmiştim ve sağlık anlamında hayatımın en muhteşem yıllarıydı. Hiç hasta olmamak bir yana, kronik ve hatta dejeneratif olduğu düşünülen birçok rahatsızlığımdan da hiçbir çaba göstermeden arınabilmiştim. Sonrasında Endonezya’da biraz tembellikten, biraz seçenek azlığından yavaş yavaş pişmiş gıdaları da beslenmeme dahil ettim. Sonra bir baktım ki ben bayağı tencere yemekleri, kızartmalar falan yer olmuşum. Çevremde adım başı çeşit çeşit sebze yemeklerini komik fiyatlara satan lokantalar olduğu için de rahata alışmışım, Endonezya’da her öğünü 1 dolara kızarmış tofu ve ıspanak kavurmayla, Istanbul’da da 2-3 liralık fasulye, patlıcan yemekleriyle geçiştirir olmuşum.

E beslenmek geçiştirilecek bir konu değil, bir zaman sonra bu sağlığıma yansımaya başladı. Küçük önlemler, düzeltme çabaları falan pek işe yaramayınca ben de kökten bir değişime kadar verdim. Tekrar çiğ beslenmeye başlayacağım. Fakat o kadar tembelleştim ki bunu tek başıma yaparsam bi noktada yine “Ay evde bişey yok, şu Harput’tan patlıcan-pilav alayım” döngüsüne gireceğimi biliyorum. Blog yazayım alemlere duyurayım, sözümden dönersem elaleme rezil olayım gibi gayet yüzeysel bir motivasyonla başladım. Varsın başlangıç yüzeysel olsun, bir süre sonra sağlık faydalarını gördükçe o motivasyon içselleşir diye düşünüyorum (amin!).

Hafıza sadece beynin belirli bir bölümüde değil, vücudun her hücresinin hafızası var. Vücuttaki hücrelerin de %98i 28 günde bir kendini yeniliyor. Eğer 28  gün hiç (ya da hadi biraz gerçekçi olayım, minimum) pişmiş yemek yersem tüm hücrelerimin bunu unutacak.

Hedeflerim:
- 28 gün boyunca %100 çiğ beslenmek
- Eğer mutlaka pişmiş bişeyler yemek istiyorsam ya da başka seçeneğim yoksa bunu sadece akşam öğününde yemek
- Yaz döneminde 19:00dan sonra hiçbirşey yememek, ya da tek çeşit meyva yemek. (Kışa geçerken bunu 16:00ya çekmeyi hedefliyorum)
- Mümkünse çayı azaltmak ve yemeklerden hemen sonra içmemek (ah bu en zoru!)
- Bu hedeflerin dışına çıktığım her durumu mutlaka yazmak

bi de zeytin kavanozunda balık olsam!
Bugün ilk günümdü. Daha önce juice fast’te yaptığım gibi yine hiç hazırlıksız başlayıverdim. Sabah arkadaşlarımla kahvaltıdaydım, domates salatalık ve zeytin yedim. Zeytin salamura olduğu için canlı gıda kategorisinde değil. Fakat Pazar gününden bu yana delice zeytin yiyorum, günde 50 zeytin yenir mi? Zeytindeki bi vitamine, minerale sistemimin ihtiyacı vardır diye düşünüp pek takılmıyorum. Öğlen rokalı soğanlı nefis br salata, öğleden sonra tekrar saymaya utanacağım kadar çok zeytin ve akşam da salata büfesi olan bi yerden kocaman bi tabak salata yedim. Akşam yemeğini 9da yedim ve hemen sonra kahvehaneye gidip birsürü demli çay içtim. İlk gün için 2 kural ihlalinin çok kabul edilebilir olduğuna kendimi ikna ettim o yüzden içim rahat.

Yarın markete gidip bir sürü yeşillik almalı ve onları eve gelir gelmez yıkayıp yemeye hazır hale getirmeliyim. Sıcaklardan mıdır bilmiyorum ama bu aralar o kadar üşengecim ki, bişeyler elimin altında değilse anında boşveriyorum. Oysa bu benim için önemli, boşvermemeliyim.

Friday, April 13, 2012

3-5. geçiş günleri

2006 sonbaharında birkaç aylık bi süreçte önce sigarayı, sonra sırayla alkolü, kahveyi, işlenmiş gıdaları ve en sonunda da tüm hayvansal ürünleri bıraktım. Kahve bırakması en zor olandı. Filmlerde eroin krizindeki ergenler nası kıvranır kendilerini duvardan duvara atarlar ya, aynen öyle başağrıları ve terlemeler yaşadım. Günlerce ne oturabildim ne de yatabildim. Sonunda geçti. O kadar kötü bir deneyimdi ki, onu tekrar yaşamayı göze alamayacağım için bir daha kahveye dönemedim.

Bağımlılık yaratan objeleri hayattan çıkarmak nefis ama bu bağımlılık davranışının da uçup gittiği anlamına gelmiyor. Hele de bir anda bu kadar çok şeyi bırakınca yerine mutlaka bişey koymam gerektiğini düşündüm ve demleme siyah çayı seçtim. Çay kahve kadar zararlı değil, hem bağımlısı da çok.  Tutup 'ben organik zencefil çayı olmadan güne başlayamam' desem ben bile kendimi ciddiye almam ki... Ama demleme çay ayrı. O zamandan bu zamana gerçek bir bağımlı neler yaparsa hepsini yaptım. Dubai'ye Arçelik tiryaki aldım, kilolarca Çaykur Rize turist çayı taşıdım. Bali'ye DHL'le 100 demlik poşet çay gönderttim, Tayland'da Vipassana meditasyonlarda pasaport dahil herşeyimi kapıda teslim ettim ama acil durumlar için birkaç poşet çayı çantamın derinlerinde sakladım. Hele Istanbul'a taşındığımdan beri beri günde 2-3 demlik çayı tek başıma içebilir hale gelmiştim. Ama şimdi o da bitti. Oruç biteli 5 gün oldu, ama ben daha bir bardak çay içmedim, çünkü içmek için henüz herhangi bir istek duymadım. Hala zeytin yaprağı, adaçayı, ıhlamur falan içiyorum.

geleneksel Nasi Goreng sunumu
Bu geçiş dönemi için kendimce bir plan yapmıştım, bir haftadan önce pişmiş bişeyler yemeyecektim. Ama dün akşam Bali kızlarıyla buluşmamız vardı ve ev sahibimiz bize Endonezya'nın en geleneksel yemeklerinden Nasi Goreng yapmıştı. Nasi Goreng'in tam tercümesi kızarmış pilav. İçinde hemen herşey olabiliyor, genelde de yanında omlet, karides ya da tavukla servis yapılıyor.  Nasi Goreng'in masaya geldiği an benim 36 gündür çelik gibi duran irademin teslim anı oldu. Önce 'ay o kadar yapmışsın, bi tadına bakayım' diye nazlanarak aldığım sebze parçası bana 4 kaşık pilav olarak geri döndü. Hatta gece ayrılırken son atağım mutfağa dalıp kalandan isteyip eve götürmekti. Ertesi gün öğlen de soğuk soğuk onu yedim. Pirinç sindirimimi çok yavaşlatıyor ve direk kabızlık yapıyor. O pilav mideme oturdu, hala 6 aylık hamileler gibi dolanıyorum.

Yıllardır her gün bardak bardak içtiğim çayı canımın istememesi, ama Endonezya'dayken bile belki sadece 2 kere yediğim pilav karşısında teslim olmam ilginçti. Yıllarca pirinçli bişey yemesem aklıma gelmez, hatta pilav sevmem bile. Bağımlılık gerçekten seçilen bişey değilmiş. İçimde birikmiş olan Bali özlemi sanırım o pilavda yansımasını buldu ve o nasıl derin bir özlemse, onu oranın lezzetleriyle gidermek istedim. Bir anlamda duygularımı yemekle doyurmaya çalıştım sanırım. Eh olmadı tabii ki... Bunu farkedip bi de kabız kabız oturmak da eğlenceli değil.

Bu pilav atağı dışında geçiş dönemi sanırım iyi gidiyor. Her gün birkaç bardak sebze-meyva suyu içmeye devam ediyorum. Arada birkaç bardak ceviz ya da badem sütü de içiyorum. Artan posalardan peynir yapma deneylerim tüm hızıyla devam ediyor. Artık peynirin tadına bakabildiğim için biraz daha cesur denemeler yapabiliyorum.

gliving.com'dan alıntı. benimkiler bu kadar düzgün olmuyor
Nedendir bilmiyorum ama Nori yapraklarına sardırdım bu aralar. Nori hani sushi'nin sarıldığı preslenmiş yosunlar. Öğlenleri Norilerin içine bişeyler doldurup yiyorum. Mesela nori-ceviz peyniri-bolca yeşillik-acı biber ya da nori-tahin-soya filizi-roka-domates gibi kombinasyonlar. Zaten onun dışında mümkün olduğunca çok sıvı almaya çalışıyorum. Akşam da 6dan sonra kesinlikle birşey yemiyorum.
Ah bir de şu pirinçler artık benimle vedalaşsa...

Thursday, April 12, 2012

ben de yapçam: nasıl başlarım?

Nasıl başlarım sorusunun en kısa ve net cevabı: Adım adım.
Maraton koşmaya karar veren biri nasıl ayakkabılarını giyip ilk günden 40 kilomete koşmak için caddeye fırlamıyor, gün gün alıştırma yaparak dayanıklılığını ve performansını artırıyorsa arınmada da aynı yolu izlemekte fayda var.

Önce bir gün sadece sıvıyla beslenin. Bu gözünüzde büyüyorsa bir gün sabahtan akşama kadar meyva yiyin, ama her seferinde tek bir çeşit meyva yiyin. Bunu da yapamam diyorsanız bir gün sadece yeşil salata yiyin. Bedeninizin hazır olduğu noktayı bilmek ve oradan başlayarak adım adım ilerlemek kadar güzel birşey yok.

Aşama aşama ilerleyerek bir gün için sıvıyla beslenmeye hazır olduğunuz noktadaysanız önerim bunu bir haftasonu yapmanız. Böylece yorulursanız ya da detoks semptomları gösterirseniz hemen kıvrılıp uyuma şansınız olur. Bir Cumartesi sabahı canınızın istediği gibi kahvaltınızı yapın. Günün kalanında sadece taze sıkılmış sebze-meyva suları, iyi kalite doğal kaynak suyu ve üşüyorsanız bitki çayları için. Sıktığınız sularda yaklaşık %40 meyva, %60 sebze gibi bir orana yaklaşmaya çalışın ki bir anda aşırı meyva şekeri yüklemesi olmasın. Günde 1 litre de içebilirsiniz 7 litre de, canınız ne kdar istiyorsa. Ertesi gün öğlen saatlerine kadar yine sadece sıvı içmeye devam edin ve başlangıçtan 24 saati tamamladığınızda yumuşak, sulu meyvalar ya da canınızın istediği herhangi bir çiğ sebzeyi yiyerek katı gıdaların dünyasına dönün. Bu bir günlük ara bile sindirim sisteminizi çok rahatlatacak ve büyük ihtimalle uykunuza bile olumlu yansıyacaktır.

ıspanakla blenderdan geçmiş taze portakal suyu
Baktınız bir gün iyi geldi. Bir süre sonra iki gün deneyebilirsiniz. Yine Cumartesi kahvaltınızdan sonra sadece taze sıkılmış sebze-meyva suları, iyi kalite doğal kaynak suyu ve bitki çayları için. Pazartesi evden çıkmadan önce biraz sebze-meyva suyu sıkın ve bir şişeye doldurup yanınıza alın. Sebzelerinizi önceden yıkadıysanız sabah sıkma ve sonrasında temizleme en fazla 20 dakika vaktinizi alacaktır. Öğlene kadar sıktığınız suyu için ve öğlen yine yumuşak bir meyva ya da yağsız bir salatayla çiğnemeye geri dönüş yapın.

Her yeni ve bedeninizin deneyimsiz olduğu konuda olduğu gibi arınmada da ilk başlarda biraz zorlanabilirsiniz. O direnç noktası kırıldıktan sonra  herşey gerçekten kolaylaşıyor.

Birkaç kere 1-2 günlük arınmaları yaptınız, artık biraz daha uzun süreli birşeye hazırsınız. 4. 7 ya da 10 gün olabilir. Hangisi size ve o andaki programınıza uyuyorsa... Başlangıç gününüzü önceden belirleyin ve o günden bi süre önce şurada anlattığım arınma öncesi programa başlayın. Sıvı orucunuza başlayamadan bir gün önce manava ya da markete gidip ilk birkaç gün için ihtiyacınız olabilecek tüm sebze ve meyvaları alın. Açken ya da başınız ağrıyorken evde elma kalmadığını farketmek hoş olmuyor. İradenizi zorlayacağını düşündüğünüz abur cubur, tatlı, kahve vb şeyleri göz önünden kaldırın. İsterseniz başlama tarihinizi çevrenizle de paylaşın ki o tarihlerde arkadaşlarınız sizi akşam yemeği yerine çaya ya da juice içmeye çağırsınlar. Arkadaşlarınız bu süreçte hiç tahmin etmeyeceğiniz kadar ilgili ve yardımsever oluyorlar. En azından benim deneyimlerim hep böyle oldu.

Başladıktan sonra da dinlenin ve de dinleyin bakalım bedeniniz size neler anlatacak...

Tuesday, April 10, 2012

1-2. geçiş günleri

kötü beslenme bizi böyle zehirliyor
Daha önce de dediğim gibi sıvıyla beslenilen her 4 gün için 1 geçiş günü yapmak gerek. Günlük hayatta yediğimiz/içtiğimiz bir sürü şey aslında bize iyi gelmiyor, fakat bizi ayakta tutmak adına vücut ufak tefek yan etkiler gösterse de zamanla onlara tolerans geliştiriyor. Sivilceler, şişkinlik, gaz, baş ağrıları, uyku sorunları aslında tahmin ettiğimizden çok daha fazla vücüdumuza neyi aldığımızla (ve hatta onu nelerden mahrum bıraktığımızla) ilgili. Alkol, sigara zaten çok bilindik zehirler. Süt ürünleri, gluten, şeker, kimi baharatlar ve belirli yiyecek kombinasyonları çoğumuzda benzer etkiler yaratabiliyor. Ama yıllar boyu yediğimiz peynirler, farkında olmasak da yediğimiz hemen herşeyin içindeki şeker vücüdun savunma mekanizmalarıyla tolerans geliştirdiği şeyler. Özellikle uzun süreli bir arınmada vücut hem birikmiş toksinlerden kurtuluyor, hem de bu toksinlerin yarattığı tahribatı onarıyor. Hücre yenilenmesi sürecinde de, yaklaşık 28 gün sonra da vücut bu maddeleri daha önce almış ve tolerans geliştirmiş olduğunu tamamen unutuyor. Sonrasında bir anda eskisi gibi peynir yemeye, katkılı ya da işlenmiş yiyeceklere dönmek bir anda bir şişe fare zehiri içmek gibi bir etki yaratabiliyor. Arınmadan sonra en iyisi hazır bir süredir uzakken toksik gıdalara tekrar dönmemek, diğer faydalı yiyeceklere de alıştıra alıştıra başlamak.

Son 2 gündür yine Ankara'daydım. İlk gün sabah biraz sulandırılmış taze portakal suyu içtim, öğlen önceden suda ıslatılmış 6 kuru kayısı, akşam da 2 büyük kiwi yedim ve gece de salatalık, yeşil elma, zencefil, kereviz sapı suyu içtim. Kayısı mi kiwi mi bilmiyorum ama biri gece boyu süren bir şişkinlik yaptı.

çıtır çıtır muz kurusu
Bugün de yine sulandırılmış portakal suyu içtim. Bunun hiçbir özelliği yok, sadece artık sabahları haldır huldur juicer çalıştırmaktan fena halde bıktığım için elde birkaç portakal sıkıyorum. Sabah sabah o kadar şeker biraz denegesizleştirebiliyor, o yüzden de içine biraz su katıyorum. Öğlen 250 gram kadar çilek yedim ve havuç, pancar, limon ve yeşil elma suyu içtim. Yol için de yeşil elma, limon, salatalık ve kereviz sapı sıktım, bu suya bir kiwi katıp blenderdan geçirdim. 6 tane de suda bekletilmiş kuru erik poşetledim. Fakat suda bekletilmiş olmalarına rağmen bu erikler çok tatlıymış, yedikten sonra midem çok mutlu olmadı. Molada da görünce dayanamayıp 50 gram kuru muz aldım. Çıtır çıtır şeyleri yemeyi özlemişim yahu! Kuru muzları sıktığım suyla birlikte yedim. İyi bir kombinasyon olmadığını biliyordum ama yine de yaptım. O da şişkinlik yaptı ama neyse ki çok sürmedi.

Yemeye başladığım 2 günde tek çeşit meyva ya da meyva kurusu yediğimde hiç sorunsuz sindirdim Fakat  görünen o ki her türlü karışım için hala biraz erken. Yediğim ve içtiğim şeylerin aralarında biraz daha zaman bırakmalıyım.

Yarın artık sebze yemeye geçmek istiyorum. Genel olarak canım yeşil yeşil sebzeler yemek istiyor ama öyle özellikle aşerdiğim bişey yok. Sabahtan manava gidip bir bakacağım ama şu an en ciddi aday marul.

Monday, April 9, 2012

34. ve son gün

Orucumu bozdummm! Günlerdir aç aç gezmenin artık  benim için çok iyi bişey olmadığı gerçeğini kabullendim. Bu kararda geçen gün İstiklal'de yürürken bir anda kendimi bir köftecinin camına yapışmış, vitrindeki yemekleri seyreder bulmamın çok ciddi etkisi var tabii ki. Köfteci vitrinindek yemeklere ağzım sulanarak bakacak kadar aç kaldıysam bi yerlerde artık müdahale edilmesi gereken bir sorun var demektir diye düşündüm.

kuru erik
Bugüne kadarki tüm arnmalarımı suya ıslatılmış kuru erik yiyerek bitirmiştim. Bu sefer de geleneği bozmadım. Kuru erik hem çok lifli, hem sindirimi çok kolay, hem de bağırsakları süper çalıştırıyor. Bir süre suda bekletilince yumuşadığı ve su oranı arttığı için de sindirimi iyice kolaylaşıyor. Cumartesi gecesinden 100 gram eriği bir kase suya koydum. Pazar Ankara'ya yola çıkmadan evde oturup adam gibi çiğnemeyi planlıyordum ama işler tabii ki öyle ilerlemedi. Otobüse biraz son dakika yetiştim, o yüzden de eriklerimi poşetleyip bir şişe yeşil sebze suyuyla birlikte yanıma aldım. Yola çıkınca önce yeşil sebze suyunu içtim, bir süre sonra da kuru eriklerimi yedim. 33 günden sonra çiğnemek ne çok farklı ne de çok özel geldi. Çenem de dişlerim de fonksiyonlarını unutmamışlar, öyle sanki en son sabah kahvaltı etmişim üstüne de otobüste biraz bişeyler atıştırıyor gibi doğal geldi erikleri yemek. Çok coşkulu ya da mutlu edici de değildi. Demek tekarr yemeye başlamaya gerçekten çok hazırmışım ki herşey tam da olması gerektiği gibi oldu.

Sonra otobüs mola verdiğinde bir portakal suyu içtim, Ankara'ya gelince de önce havuç, elma ve limon suyu sonra da bu aralar favorim olan zeytin yaprağı çayı içtim. Gece biraz guruldamalar ve hareketlenme dışında midemde hiçbir sorun olmadı.

Sıvıyla beslenerek geçen her 4 gün için bir geçiş günü ayırmak gerek. Ben 33 gün sıvıyla beslendiğim için 8-9 gün geçiş yapacağım. Oruç biter bitmez karışık, yaşlı, işlenmiş gıdalara atlamak orucun tüm yararlarını götüreceği gibi çok saflaşmış olan sindirim sistemine fazladan zarar bile verebilir. İlk birkaç gün yine bolca taze sıkma sebze-meyva suyu ve öğlen bir öğün meyva, sonra yavaş yavaş sebzeler ve sonra salatalar ve en son pişmiş ya da yağ katılmış gıdalar. En azından plan bu, bakalım ne kadar uyabileceğim. Çünkü şu an delice acı biberli şeyler ve humus yemek istiyorum

Saturday, April 7, 2012

31-33. günler

Sanırım bitti. Artık devamlı acıkıyorum, çok net fiziksel bir açlık. Bu açlık orucu sonlandırıp katı gıdalara dönmek için çok sağlam bir işaret.

Ancak bir sorunum var; kendimi çok iyi hissediyorum. Bir aydan fazladır sadece sıvılarla beslendiğim için sanki titreşimlerim değişti, daha yüksek bir frekansta gibiyim. Önceki deneyimlerimden biliyorum ki katı bişeyler yemeye başladığımda, özellikle de ilk defa yağlı bişey yediğimde titreşimlerim de yine değişecek, ağırlaşacağım ve bu çok depresif bir durum. Bir aylık açlıktan sonra tekrar yemek yemek aslında rüya gibi olmalı değil mi? Benim için hiç öyle olmadı. Hatta her arınma sonrası katı gıdalara dönünce sindirimin ne kadar yorucu bişey olduğunu farkettim. Tek bir meyva yemek tamam ama mesela karışık ya da yağlı şeyler gerçekten bir anda bir ağırlaşma, hatta çökme hissi yaratabiliyor. Özellikle de son 20 günde kendimi bu kadar hafif, esnek ve enerjik hissettikten sonra içimde bişey yemek yemeye fena halde direniyor. O direnci en fazla 1-2 gün içinde çözmeliyim. Çünkü tam da bedenim bana ne söylüyor, ne istiyor bu kadar net duyabiliyorken ona sırtımı dönüp tam tersini yapmak pek bir anlamsız olacak.

Garip bir şekilde üzücü bir durum oldu bu. Daha fazla zorlamak gerçekten bedene eziyet olacak ama gerçekten çok mutluydum yahu; 5.5 saat uykuyla canavar gibi uyanmak, gün içinde saatlerce yoga öğretecek ve sonrasında yürüyüşe çıkacak enerjide olmak, esneklik, hafiflik ve gördüğüm herkesten gelen "cildi ışıl ışıl" iltifatları...

Yemek bağımlılıkmış, ama yememek de kendince bir bağımlılık yaratabiliyormuş bunu farketmiş oldum.

Friday, April 6, 2012

ben de yapçam: nasıl hazırlanırım?

Bir orucun başlama ve bitirme dönemlerine orucun kendisinden daha çok özen gösterilmeli diye düşünüyorum. Yıllar boyu sigara, içki, hormonlu gıdalar, kızartmalar yüklediğimiz, uykusuz bırakıp pek de hareket ettirmediğimiz vücudumuz bir sabah uyanıp da hiçbirşey yemeyeceği bir arınmaya başladığını farkedince ciddi ağır semptomlar gösterebilir. Aynı şey arınmayı bitirmek için de geçerli. Günlerce ya da haftalarca sindirim yapmamış, çok saf besinlere alışmış mide oruç bittiği gün mantı, kebap hatta salataya bile saldırsa hastanelik olacak derecede rahatsızlanabilir.

4 gün ya da daha uzun bir oruç planlıyorsanız alıştıra alıştıra başlamakta fayda var. Başlama tarihinizden 2-3 hafta önce adım adım beslenmenizdeki ağır şeyleri çıkartırsanız sadece sıvıyla beslenmeye geçtiğinizde en az rahatsızlığı yaşarsınız. Toksinler önceden elimine edilmeye başladığı için iç organlara, kan dolaşımına ve lenf sistemine de daha az yük biner.

çok doğru!
İlk hafta beslenmenizden süt ürünlerini (süt, peynir, yoğurt, tereyağı) ve şekeri çıkartabilirsiniz. Aynı zamanda yediğiniz taze sebze miktarını artırabilirsiniz. Aynı şekilde içtiğiniz su miktarını artırmak, ve hatta güne bir bardak taze sıkılmış sebze ya da meyva suyuyla başlamak çok iyi olur. Kahve içiyorsanız bu aralar azaltmaya başlamalı. Kahve en ciddi ve ağır yoksunluk semptomlarını yaratan şeyler arasındadır.

İkinci hafta glutenli ürünleri (buğday, arpa, yulaf ve bu tahılların her türlü yan ürünü) azaltmakta ya da mümkünse tamamen çıkartmakta fayda var. Ayrıca kızartmaları ve aşırı işlenmiş gıdaları da azaltmak iyi fikir. Marketten aldığınız şeylerin etiketlerini okuma alışanlığı edinmeye de başlayabilirsiniz. En genel kural, eğer etiketteki bişeyin adını ilk bakışta okuyamıyorsanız büyük ihtimalle o besin değil kimyasaldır ve uzak durulmasında fayda vardır. Örneğin Monosodiumglutamate, propyl gallate vb.
Bu arada et ve tavuk ürünlerini de aşamalı olarak azaltmak iyi bir fikir olabilir. Mutlaka bir tür hayvansal ürün yemeniz gerekiyorsa tercihinizi deniz balıklarından yana kullanabilirsiniz.

Oruca başlayacağınızdan bir gün önce "aman günlerce/haftalarca canım kim bilir neler çekecek, son öğünüm bari adam gibi bişey olsun" diyerek rakı balık yapmak ya da 11 malzemeli pizza sipariş vermek detoksun en az ilk 2-3 gününü ağır geçeceğini garanti eder. Arınmanıza birkaç gün kala artık hiç içki ve kahve içmiyor olmak, her öğünde ağırlıklı olarak çiğ sebze meyva tüketiyor olmak ve günde 2-2.5 litre su içiyor olmak ideal senaryodur. Bu sadece sıvıyla besleneceğiniz dönem için geçişi kolaylaştırır, ilk günlerdeki semptomları minimuma indirir ve detoksta zaten çok çaışacak olan organlara ilk günlerde binecek ağır yükü azaltır.

Bunların kolay olmadığının farkındayım. Çoğu kişi için adım adım geçiş balıklama dalmaktan daha zordur ama bu gerçekten balıklama dalınmaması gereken bir konu, çünkü sözkonusu olan sağlığınız. Yukarıdakiler deneyimlerden yola çıkarak derlenmiş genel bir çerçeve. Arınmaya başlamadan kaç gün önce neyi ne kadar azaltacağınız sizin ihtiyaçlarınıza göre farklılık gösterebilir. Her zaman vücudunuzu dinleyin, ve size ne söylediğini duyduğunuzda lütfen ona uyun.

Wednesday, April 4, 2012

30. gün


Bugün 30. gün, gerçekten bir ayı tamamladım ve çok mutluyum. 30 gündür çiğnemedim, arada sırada kaçan portakal lifleri dışında katı bir şey sindirmedim, sadece içtim. Son 2 haftadır da bu duruma çok alıştım ve rahat ettim.
Bu 30 günde neler değişti:

Buğday çimi suyu
- Benim için en önemli ve sevindirici gözlemlerden birini bugün teyzem yaptı. Teyzem aynı zamanda diş hekimim. Dişlerim oldum olası zayıftır ve ön dişlerim de biraz şeffaftır. Bu kalsiyum yoğunluğunun az olduğununu göstergesiymiş. Bugün ışıkta ön dişlerime baktığımızda o şeffaflık gitmişti! Bir aydır yüklediğim bitkisel mineraller (özellikle de kalsiyum) ve beslenmemin oldukça alkali olması diş yoğunluğumu artırmış. Hem de gözle görülür miktarda. İnek sütü, yoğurt ya da peynir tüketmiyorken nasıl kalsiyum alınır diye endişe edenlere duyurulur.

- İlk 10 günde yoğun detoks zamanları arasında belki birkaç saat kendimi iyi hissederdim, sonra tekrar yorgunluk, üşüme nöbetleri gelirdi. Dilimin üstü hep bembeyaz, yüzüm ve sırtım birbirleriyle sivilce çıkarma yarışında, cildim ya kağıt gibi kuru ya da mumlu kaplanmış gibi yağlı olurdu. Son günlerde ise belki iki güne bir akşam saatlerinde hafif bir arınma periyodu yaşıyorum o kadar. Kalan zamanlarda sabahtan akşama çok enerjiğim.

- Cildim yumuşacık oldu, yüzüme baktığımda gördüğüm ışıltı da açıkçası çok hoşuma gidiyor. Bu hiçbir kremin kozmetiğin veremeyeceği, taa içerden gelen nefis bi duruluk ve ışık. 

- Başlamama temel sebeplerden biri 10 saatten az uyuduysam yataktan anca kazınırcasına kalkabilmemdi. Orucun ilk günlerinde de mutlaka bir öğleden sonra uykusuna ihtiyaç duyardım. Bu aralar geceleri hep çok geç yatıyorum ama sabahları 5.5-6 saat uykuyla canavar gibi kalkıyorum.

- Pazartesiden beri tartılmadım ama toplamda 5-7 kilo arasında bişey vermiş olmam gerek. (Bir sonraki oruç için kendime not: Tamam evine tartı alma ama lütfen başladığın gün bi yerde tartıl!)

- Meyva şekerine hassasiyetim de azaldı. Çok elma suyu hala ishal etkisi yapıyor ama artık portakal, havuç vb suları tek başına içebiliyorum ve şeker beynime vuruyormuş gibi hissetmiyorum. Acaba diyorum bende candida vardı da arada o da mı temizlendi?

- Belki de uzun yıllardır en yoğun günlerimi yaşıyorum. Yoga dersleri ve CranioSacral seansları veriyorum, hala web sitesi yapmayam çalışıyorum, çok acayip girişimci iş planları içindeyim, her hafta 2-3 gün şehir dışındayım, haftaya Ankara'da düzenli olarak seanslar vermeye başlıyorum, kalan günlerde yurtdışından misafirlerim oluyor. En önemlisi iş yoğunlığundan arkadaşlarını feda eden bir Istanbul insanı olmamaya çalışıyorum. Asya'dayken öyle (mutlu) aylarım oldu ki günümün en önemli aktiviteleri "pazardan mango almak ve sonra anatomi çalışmak" idi. Şimdi bu kadar yorucu bir ülkede, bu kadar farklı alanlarda kendimce bu kadar yoğunluğa yetecek ve hatta hepsinden müthiş keyif almamı sağlayacak acayip bir ruh hali içindeyim. Bu çok coşkulu ama çok da dengeli de bir enerji. Bir ara Bor madeninin ne kadar bitmez bir enerji kaynağı olduğuna dair muhabbetler vardı ya, sanki ben kendi Bor kaynağımı buldum ve onunla yaşıyorum. Sadece bu arınmalarda ve Vipassana kurslarında dokunabildiğim çok farklı bir enerji hali bu.

-  Daha önce de duygulsallaştığımdan sözetmiştim. Sanırım aslında aylardır ittirip kaktırıp kutulamaya çalıştığım duygular da bu arınmayla birlikte önce bir yüzeye çıkıyorlar ve o anda onlarla yüzleşebiliyorsam gidiyorlar. Duyguları bastırmak, oyalanmak, kaçmak için saldırabileceğim abur cubur olmayınca da onlarla yüzleşmekten başka çok da seçeneğim kalmıyor. Birikmiş lenf sıvısı, depolanmış yağlar, toksinler nasıl atılıyorsa, artık ihtiyacım olmayan duygulardan da bu aralar aynı şekilde arındığımı hissediyorum.

- Yoga asanalarda uzun süredir atladıklarım vardı. Belirli bölgeleri esnetmeye çalışmak müthiş acı veriyordu ve denesem bile pozda kalamıyordum. 2 gün önce o asanalarla da ateşkes ilan edip barış imzaladık. 

Bakıyorum da bunlar benim için çok değerli değişimler. Hayatımin sadece 30 gününde bişeyler çiğnemeyerek, kolayca elde edebildiğim değişimler oldukları için de ayrıca mutluyum. Kalan 10 günü de merakla bekliyorum.

26-29. günler

Acıkmaya başladım. Geçicidir diye bekledim, sıkıntıdan bişeyler yemek istiyorumdur bu gerçek açlık değildir diye düşündüm ama Cumadan beridir bayağı bayağı acıkıyorum yahu. Acıkma aslında bedenin o arınmada temizleyebileceği kadarını temizleyip tekrar katı gıdaya hazır olduğunun göstergesidir. Ama ben kendimi daha hazır hissetmiyorum ki? 10. günden sonra da böyle bir acıkma dönemi olmuştu, sonrasında ikinci bir dalga arınma gelmişti. Bu sefer de öyle birşey olduğunu düşünüyorum, ya da umuyorum.

lahanayla yapılabilecek en lezzetli karışımın malzemeleri
Başlarken birkaç hedefim vardı. Genel olarak kendimi iki yıl öncesine göre daha sağlıksız ve yorgun hissediyordum. Her gece kış uykusuna yatmış kadar uzun uyuyordum. Bişeyler devamlı şişkinlik yaratıyordu. Bunların hepsi tamamen düzene girdi, çok mutluyum. Ama en önemlisi neredeyse bir yıldır dişlerimde gezinen ve antibiyotik bile kullanmış olmama rağmen geçmeyen bir iltihaplanma var. İltihaplanan ilk dişimi kurtarmak için aylarca uğraştık ama hiçbişey işe yaramayınca Eylül'de çekildi. Tam aylardır süre bu kabustan kurtuldum derken çekimden bir hafta sonra hemen yanındaki dişin kökü iltihaplandı. Şaka gibi... Farklı birçok şifacıya gittim, karmadan kararsızlığa birçok sebebi olabileceğini söylediler ama kalıcı olarak işe yarayan bir çözüm bulamadım.Bu orucun o iltihabı tamamen temizleyeceğine dair sağlam bir inancım vardı. Hatta o dişin temizlenmesini orucu bitirme işareti olarak belirlemiştim. Ama yahu oruca başlayalı nerdeyse bir ay oldu, benim apseli dişimin umrunda değil. Bari birazcık bi iyiye gitme belirtisi gösterse artık ona bile razı olacağım.

Acıkmaya dönersem, aslında sanırım beslenme konusunda çok gevşedim ve tembelleştim, onun ciddi etkisi var. Şu aralar yaptığım ne tam bir su orucu ne de sebze-meyva suyu arınması. Bazı günler sabah uyandıktan akşam 6ya kadar sadece su ya da limonlu su içerek geçiriyorum. Çok üşüdüğüm günlerde de biberiye, zeytin yaprağı gibi evde kendi demlediğim bitkisel çayları içiyorum. Akşam artık biraz halsiz kalınca yarım litre kadar koyu yeşil su, yarım litre kadar da armutlu ya da ananaslı bir meyva suyu sıkıp yatana kadar onları içiyorum. Başlarda günde nerdeyse 8-9 kilo sebze meyvanın suyunu sıkıp, besin değerlerini araştırıp falan içerdim. Bu aralar çok seyahat ediyorum, etmediğimde de bir sürü şey yapmam gerekiyor. Tüm bunları yapmak için gereken minimumla idare etmeye çalışıyorum, mineral antioksidan falan umursamaz oldum. Fakat öte yandan da enerjim o kadar artttı ki gerçekten çok minimum içecekle çok uzun süre verimli işlevli haldeyim.

Son iki gündür orucuma süt katmaya başladım, tabii ki inek sütü değil! Evde badem, ceviz ve kaju sütleri yapıp onları tekrar tekrar süzüp  arada bir shot atıyorum. İlk yaptığım badem sütü nerdeyse 2 haftadır hiç yağ girmemiş mideme biraz ağır geldi ama sonra alıştı. Badem sütünün besin değeri inek sütüne göre yüksek üstelik sıfır kolesterol. Buyurun kıyaslamalı bir besin değeri tablosu:


 
badem sütü - süzülmeden önce
Badem sütü yapmak için bir fincan çiğ bademi 12-16 saat suda bekletiyorsunuz, arada birkaç kere suyu değiştirmekte fayda var. Sonra bademleri bir fincan suyla yüksek hızda blenderdan geçiriyorsunuz, püre gibi bir kıvama geliyor. Bu püreye 3 fincan daha su ekleyip tekrar blenderdan geçiriyorsunuz. (Baştan 4 fincan suyu birden koyunca bademler çok iyi ezilmiyor.) Tatlandırmak isterseniz agave şurubu ya da hurma katabilirsiniz. Süzdükten sonra muhteşem lezzetli bir içecek elde ediyorsunuz. Kıvamı da çok yerinde oluyor. Badem tadı sevmiyorsanız ceviz ya da kaju fıstığı ile deneyebilirsiniz. Hatta kajuyu süt yapmadan önce sadece 1 saat suda bekletmek yeterli. Sütler buzdolabında 3 gün kadar taze kalır.
Artan posayı da dondurup sonra kek, kurabiye ya da smoothielerinize katabilirsiniz.
badem sütü - süzüldükten sonra

Tuesday, April 3, 2012

ben de yapçam: neler gerek?

Siz de bir arınmaya ihtiyaç duyduğunuzu farkettiniz ama nereden başlayacağınızı, ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Bu ve takip eden birkaç yazıda bunlara kendi deneyimlerimden yola çıkarak cevap vermeye çalışacağım.

Hatırlatmak isterim ki arınma oruçları ilaç reçetesi gibi herkese uyan tek dozu olan şeyler değildir. Hepimiz de birbirimizden çok farklıyız ve özeliz. Biraz araştırmacı bir merak, içgörü  ve kendinizi dinleyerek size en uyan ve en faydalı yolu yaratabilirsiniz.

Eğer bir sebze-meyva suyu orucuna başlamayı düşünüyorsanız olmazsa olmaz tek şey iyi bir katı meyva presi ya da sebze-meyva suyu çıkarıcı. Bu kadar basit. Kalan herşey aksesuar. Sadece blender ya da el blenderınız varsa başlangıç için belki birkaç günlük smoothie orucu yapmayı deneyebilirsiniz. Bu size kendinizi iyi hissettiriyorsa sonrasında bir katı meyva presine yatırım yapmak iyi bir fikir olabilir. Blenderdan geçen sebze ve meyvaların mekanik sindirimi kolaylaşır ama posaları kaldığı için mide hala çalışır. Sebzeleri blenderdan geçirip sonra süzgeçte posaları ayrıştırabilirsiniz ama o da besin değerinden çok şey kaybettirir.

Green Star juicer
En iyi sıkıcılar ezici (masicating/triturating) türde olanlardır. Çok güçlü motorları vardır ve yavaş hızda dönen özel metal uçlarıyla sebze ve meyvaların hücre duvarlarını parçalayarak en fazla suyu en az oksitlenmeyle çıkarırlar. Çıkan su mineral yönünden çok zengindir (ve üreticilerin iddiasına göre) tarımsal ilaç ve kimyasal kalıntılarından tamamen arınmıştır Yapraklı ve otsu bitkilerden mesela buğday çimi, ıspanak, ısırgan gibi en iyi verimi bu makinalar sağlar.
Ancak hem suyu çıkarmak hem de sonrasında makinayı temizlemek ciddi zaman alır. Zaten bildiğim kadarıyla şu anda Türkiye'de henüz bu tür sıkıcılar satılmıyor. Fakat özellikle yeşil yapraklı sebze ya da buğday çimi sıkma konusunda uzun vade düşünüyorsanız ya da günde en az bir bardak ev yapımı sebze-meyva suyu içiyorsanız kesinlikle iyi bir yatırımdır. Green Star, Norwalk, Kempo ve Hurom birbirinden biraz farklı yöntemlerle sıkarlar ama şu anda piyasadaki en iyi ürünlerdir.

Philips HR1866
İkinci en iyi alternatif Philips'in sıkıcıları. Son yıllarda ürettiği modellerde Juice Master Jason Vale ile işbirliği yapan Philips satrifüjlü katı meyva preslerinde gerçekten bir devrim yarattı. Birçok santrifüjlü makina ıspanak, marul gibi yeşil yapraklıları ya da ananas, portakal, çilek gibi yumuşak meyvaları sıkamaz ancak Philips'in son 5-6 yılda çıkardığı ürünler bu konuda da başarılı. Çok otsu bitkileri sıkamıyor ama kalan şeylerde performansı oldukça iyi. Özellikle de sıktıklarınızı çok bekletmeyip hemen içecekseniz gayet kullanılabilir. Philips'in en yeni model katı meyva presi, bir detoks merkezinde bir gün kalmaktan çok daha ucuz...

Bundan önceki tüm oruçlarımda sadece Green Star'ı kullanıp saatlerimi sıkarak ve temizleyerek geçirmiştim. Sebze meyva sularımı ofise götürüp gün içine yayarak içtiğim için vitamin ve mineral kaybı olmaması açısından en iyisi kesinlikle oydu. Fakat taşınmalarda Green Star'ım biraz hasar görmüş; normalden de çok yavaş sıkıyor ve posalar eskiden olduğu gibi kupkuru değil. Yeni bir Green Star alamayacağım için orucun 5. günü gibi Philips'e döndüm ve hala onu kullanıyorum. Şaşırtacak derecede iyi sonuçlar verdi. Meyvaları dolaptan çıkarıp doğramam, sıkmam, bulaşıkları yıkayıp ortalığı temizlemem sadece yarım saat alıyor. Genelde çok acelesi olan biri değilim tabii ama arka arkaya derslerim olduğu günlerde bu çok hayat kurtarıcı bir süre. Green Star'da sıkacağımdan biraz daha fazla miktarda koyu yeşil yapraklı sebze sıktığımda olası mineral kaybını da kendimce telafi etmiş oluyorum. 

Karnıyarık Otu tozu
Eğer uzun süreli bir arınma düşünüyorsanız ve yeterli posa alamadığınız için kabızlık çekme endişeniz varsa Karnıyarık Otu (psyllium husk) almak da iyi bir fikir olabilir. Suda çözülebilir lif yönünden çok zengin olan Karnıyarık otu sıvılarla birlikte alındığında genişler ve hem bağırsakları temizler, hem de hacim oluşturarak boşaltımı kolaylaştırır. Ben bu sefer almadım ama hiç de ihtiyaç duymadım. Sadece sıvıyla beslenmek bağırsak hareketlerimi ne kısıtlıyor ne de azaltıyormuş, hayretle bunu gözlemlemiş oldum.

Bunun dışında yine neyi hedeflediğinize ve neye ihtiyaç duyduğunuza göre hindistancevizi yağı, Udo'nun yağı, probiyotik gibi besin destekleri alabilirsiniz. Özellikle yağlar hem arınmayı ve hem de dolayısıyla da ilk başlarda yaşayabileceğiniz detoks belirtilerini yavaşlatır.

Arınmanızı ne kadar katı yaptığınıza göre ince gözenekli tel bir süzgeç de gerekebilir. Ben ilk 24 gün meyva sularımı hiç lif almamak için titizlikle tekrar tekrar süzdüm ama son birkaç gündür o kadar hassas değilim. 40. güne yaklaştıkça sanırım biraz posa alma fikrine sıcak bakmaya başladım.

Özetle sebze ve meyvaların suyunu en az oksitlenme ve besin kaybıyla çıkaracak bir makinanız ve yeterli motivasyonunuz olduktan sonra aslında başka birşeye ihtiyacınız yok. Arınma için amacınıza ve ne kadar sürdürmeyi hedeflediğinize göre bazı şeyleri ekleyebilir ya da çıkarabilirsiniz. "Asla olmaz" ya da "mutlaka olmalı" gibi genelgeçer kurallar yok. Sadece size uyan ve size kendinizi iyi hissetirecek olan şeyler var ve önemli olan da bu süreçte onları farkedebilmek. 

Friday, March 30, 2012

24-25. günler

Şu "oruçtayım, aman kendimi ne kadar da enerjik ve hafif hissediyorum" durumunu dün biraz abartmışım. Sabahki seansım başlamasına 1 saat kala iptal oldu (hoş değil!). Evde kalsam oturup sinirlenecektim, onun yerine uzun zamandır planladığım boğaz yürüyüşüne çıktım. Evden çıkmadan sadece 2 bardak ılık su içmiştim, otobüse bindim ve Kuruçeşme'de indim. Aslinda yürümeye evden başlayıp araya toplu taşım aracı koymamak daha iyi ama Beşiktaş-Kuruçeşme arası yolda yürümek bana hiç keyifli gelmiyor. Kuruçeşme'den 2. köprüyü geçene kadar, oradan da geri Bebeğe yürüdüm.

Yürürken kendimi gerçekten çok iyi hissettim, pek de yorulmadım ama eve gelince bir anda çöktüm. Nasıl bir üşüme ve titreme, sonrasında geceye kadar geçmeyen bir başağrısı. Eve gelince 2 portakal ve 2 greyfurtun suyu sıktım, yarı yarıya sulandırıp içtim. Öğleden sonra da 2 salatalık, 2 yeşil elma, 1 bağ ıspanak, 1 tutam ısırgan, 6 yaprak karalahana ve yarım lime sıktım. Yarım bardak içebildim ama sonra baş ağrısı o kadar arttı ki su hariç hiçbişeyin görüntüsüne dayanamaz oldum. Midemde azıcık bişey olsa kesin kusardım. Kalanı anca gece yatmadan önce bitirebildim. Kendimi zorlanmış hissetmesem de demek ki bu kadar fiziksel aktivite orucun hiçbir döneminde çok da iyi değil. Yıllar önce 92 günlük oruç tutan bir arkadaşım da birgün kendini iyi hissedip koşuya çıktığını ve sonra saatlerce kustuğunu yazmıştı.

Bugün yine yürüme ve deniz kıyısında olma isteğiyle uyandım ama güne daha yumuşak başlamaya karar verdim. Ne garip bir durum, bu orucun beni kendime yakınlaştırdığını düşünüyorum. Hayattaki her türlü ıvır zıvırı kaldırdıkça ya da azalttıkça iç sesimi, neyin gerçekten ihtiyaç, neyin istek, neyin ego olduğunu daha kolay ayırt edebilip ona göre davranacağıma inanıyorum. En azından daha önceki oruçlarımda hep böyle oldu. Ama dün uzun uzun yürümeyi gerçekten isteyip de sonra evde o kadar kötü olunca aklım karıştı. Ya boğazda uzun bir yürüyüşü hırs yapmıştım ve farketmedim, ya da hala içimde bi yerlerde o kadar çok çerçöp var ki neye ihtiyaç duyduğumu net duyamıyorum. 

Cuppa Cihangir
Sıcak suyumu içtim, uzuuun bir meditasyon yaptım. Sonra günlerdir birikmiş maillerimi ve yapılacaklar listemi temizlemek için bilgisayar başındaydım. Dün bir arkadaşım beni meyva suyu içmeye davet etmişti. Ne nefis ve düşünceli bir teklif, değil mi? Bugün Cihangir'deki Cuppa'ya gittik. Ben ki "Cihangir sevmem, asla inmem" diye söylenir dururum, Cuppa'ya da meyva sularına da bayldım. Günlerdir hep bişeyleri yetiştirmek, dersten önce yerleri temizlemeyek, iş planlarıyla uğraşmak falan derken gerilmişim de farketmemişim. Saatlerce kucağımda delice tüy döken bir kedi, elimde üzümlü nefis Jedi Juice ve çok güzel bir muhabbetle ruhum yumuşadı yahu.

Kendimi uyumlu ve rahat diye bilirdim, hatta Bali'de takıntılarımın çoğundan arındığımı düşünürdüm. Şimdi sivri köşelerimi farkediyorum. Rengi uymayan meyvaları birlikte sıkmam, hiç gitmemiş olmama rağmen Cihangir'i sevmem, boğazın belirli noktalarında yürümem... Zor


Akşam evde ıspanak, ısırgan, pazı, kereviz sapı, yeşil elma, salatalık ve lime suyu sıktım. Gece evde kalıp biraz daha çalışırım diye düşünüyordum ama üst kat komşum az önce terasında barbekü yapmaya başladı ve kokusu fena halde bana geliyor. Sanırım dayanamayıp kaçacağım.

Thursday, March 29, 2012

duygusal yeme

Olmazsa olmaz diye düşünülen şeyleri kısıtlamanın çok faydaları var. Hepimizin olmazsa olmaz listesi farlıdır ama beslenme, barınma, diğer insanlarla iletişimde olmak çoğumuz için ortak öğeler olsa gerek. Bunlardan birini kısıtladığınızda, kökten değiştirdiğinizde ya da durdurduğunuzda aslında kendimizle ilgili yeni şeyler öğrenip, daha önce hiç farkında olmadığımız yönlerimizle yüzleşebiliyoruz.

Oruç tutmanın fiziksel, spiritüel ve duygusal alanlarda çok faydaları var. Fiziksel sağlığa olan faydalarına daha önce değinmiştim. Bu geçen 23 günde duygusal faydalarıyla da oldukça çok yüzleşme şansım oldu.

Yemek tartışmasız hayatın devamı için en gerekli birkaç şeyden biri. Ama çoğumuz yemeği artık fiziksel bedenin ihtiyaçlarını karşılamaktan daha çok duygusal açlıklarımızı gidermek için kullanıyoruz.

Eski çağlarda, insanlar acıktıklarında karınlarını doyurmak için yerlermiş ve zaten işlerinin büyük bir kısmı bedensel olarak çalışmayı da gerektirdiği için yediklerinin kalorisini büyük ölçüde yakarlarmış. Ancak duygusal yeme davranışında kişiyi yemeye yönlendiren şey aslında açlık değil, çözümlenemeyen duygular. Açlık yavaş yavaş gelişir ve midede hissedilir, buna karşılık, duygusal yeme atağı aniden meydana gelir ve özellikle ağızda, bir şeyler yeme isteği olarak kendini gösterir. (kaynak: İlknur Yılmaz)

 Daha az miktarda ve çeşitte yiyen toplumların çok daha uzun ve sağlıklı yaşadığına dair birçok çalışma var (Japonya'nın Okinawa adasında yaşayanlar, Pakistan dağlarındaki Hunzalar vb) Fakat bizler durmadan daha fazla çeşit, daha fazla ve daha yoğun lezzetler peşinde koşuyoruz. Enerjiye, proteine ihtiyacımız olduğu için değil, sinirlenip öfkemizi gösteremediğimiz için, üzülüp o an ağlayamadığımız için, kalbimiz kırıldığı ve sarılıp sevgi gösterecek kimse bulamadığımız için yiyoruz. Hatta bazen sadece yiyebildiğimiz için yiyoruz. Reklamlar bile duygularla yiyecekleri eşleştirmiyor mu? Sevgiliden ayrılınca dondurma, sevişemeyince çikolata, başarıyı kutlamak için bonfile. Televizyon izlemeyen biri olarak benim repertuarım bunlarla sınırlı ama dikkat ederseniz duygu-yiyecek eşleştirmelerinin gittikçe arttığını farkedersiniz.

Hayatımın farklı dönemlerinde 48-98 aralığında olunabilecek her kiloda oldum. Duygusal yeme dönemlerim olduğunu biliyordum ama tetikleyicileri çok net ayırt edemiyordum. Bu oruç sırasında gözlemleme şansım oldu ki ben yapmam gereken işleri savsaklayıp, bundan da kaygı duyunca taneli şeylere saldırıyorum. Mesela aylardır web siteme Türkçe içerik oluşturmam gerek ve bu yapmayı istemediğim birşey. Bu her aklıma geldiğinde dolabın kapağını açıp bir zeytin yiyordum. Ya da "bu sefer yapıcam" diye bilgisayarın başına oturduğumda daha bir cümle yazmadan bir kase kaju fıstığı bitirmiş oluyorum. Sanırım web sitesinin diş geçiremeyeceğim kadar büyük olduğunu düşünüp hırsımı bir lokmada yiyebileceğim küçük taneli şeylerden alıyorum. Yada kendimi yalnız hissettiğimde (ki malesef bu Türkiye'ye yerleştiğimden bu yana ortaya çıkan yeni bir durum) yumuşak, krema gibi şeylerde teselli buluyorum. Humus, patlıcan ezme, muz gibi. Onların yumuşaklığı bana iyi bir his veriyor olsa gerek. Ve tabii ki herhangi bir nedenden kendimi ödüllendirmek istersem mutlaka bitter çikolata alıyorum. Bunları farkedebilmiş olmak beni çok mutlu eden adımlar oldu, hatta belki de bu seferki orucun en faydalı sonuçları arasında. Orucun süresi uzadıkça daha derinlerde kalmış şeylerin de yüzeye çıkıp çözülmek için zaman bulabildiğine inanıyorum ve kalan günlerde daha neler çözülcek çok merak ediyorum.