Wednesday, September 12, 2012

gözlüklere veda - 3


Aslında bu yazıyı bir haftalar önce yazmalıydım ama ancak vakit buldum…
buna mı inansam, gördüğüme mi?
Gözlüksüz geçen 9 günden sonra Mersin’de göz muayenesine gittim. O 9 gün boyunca her gün göz egzersizlerimi yaptım ve ara ara görüşümü kendim test ettim. 3. ve 7. günlerde arkadaşlarımla aynı yere kahvaltıya gidip aynı masaya oturmuştuk. İlk gidişte karşımda oturan kişinin gözlerini sadece yaygın bir karartı olarak görebiliyordum, ikinci seferde göz bebeklerini ve gözaklarını çok net ayırt edebiliyordum. Aynı şekilde ilk gidişte uzaklara baktığımda ufuktaki binalar duman rengi bir küme olarak görünüyordu. İkinci seferde ise (hala tam net olmasa da) binaların birbirinden yükseklik ve renk farklarını ve değişik renkteki pencere çerçevelerini seçebiliyordum. Bu ve benzeri deneyimler bana gözlerimin 2 derece düzelmiş olabileceğini hissettiriyordu, annem de en az 3 derece fark olacağını iddia ediyordu.

Doktor muayenede önce varolan gözlüklerimin numarasını ölçtü; sağ 5.0 sol 5.5 derece miyopmuş ve iki gözümde de 1 derece astigmat varmış. Oysa en son kullandığım lensler sağ 4.0, sol 4.5 idi. Doktora sadece göz numaramın değişmiş olabileceğinden şüphelendiğimi söyledim, o da gözlerimi tekrar test etti ve beni şok eden bir beyanatta bulundu: Göz bozukluğumda hiçbir değişiklik olmamış! Duyunca kadının yüzüne ne kadar şaşkın bakakaldıysam “çok mu rahatsızsınız, gözlükle başınız mı ağrıyor?” gibi sorular sorup yeni testler yaptı. Ancak çıkan sonuç değişmedi, ölçüme göre sağ 5.0 sol 5.5 derece miyop aynen devam ediyordu.

Gözlerim daha iyi görürken ölçümlerin değişmemesini anlayamadım. Yine de gözlükçüye gidip camlarımı yarım numara küçükleriyle değiştirdim, sonra fark ettim ki aslında bir numara küçükle de değiştirsem olabilirmiş, çünkü hala çok net görüyorum.

beyinle ilgilenen herkes mutlaka okumalı
İstanbul’a döndüğümden beri bunu araştırıyorum, düzelen ama ölçüm cihazları tarafından tespit edilemeyen X faktör ne olabilir diye. Sonuçta sinir sistemine ait ve hala keşfedilmemiş o kadar çok şey var ki… Beyinle ilgili yepyeni ama yaşamsal önemi olan bir sistem ancak yeni gözlemlenebildi ve bilimsel yayınlarda geçen haftalarda yer bulabildi (buradan okuyabilirsiniz). Göz bozukluğunu test eden aletlerin henüz ölçemediği ama görmede çok etken rolü olan başka birşeylerin olduğunu düşünüyorum. Neuroplasticity’den adaptasyona çeşitli alternatifleri araştırmaktayım. Deneyimleriniz, fikirleriniz, serbest çağrışımlarınız, bilginiz varsa ve paylaşırsanız çok sevinirim.

Sunday, August 19, 2012

gözlüklere veda - 2


Salı sabahı uyanınca gözlüklerimi takmadım. Buzdolabında ıspanağı bulmak, duşta sıcak-soğuk su musluklarını ayırt etmek vb zormuş yahu. Net görememek ve özellikle de mesafeleri kestirememek çok huzursuz edici bir durummuş. Astigmatın etkisi olsa gerek, basamakların yüksekliğini çukurların derinliğini falan hiç ayarlayamıyorum. Altı gündür dikkat ederek, önüme bakarak yürüme halindeyim.

Salı gününü tamamlamak zor oldu, sıkça “bunu yapamayacağım” diye düşündüm ama gözlüklerimi yanıma almadan evden çıktığım için fikir değiştirme şansım yoktu. Çarşamba biraz daha alışmış ve rahatlamıştım. Perşembe ise “Gözlüklerimi takmadan Adana’dan İstanbul’a kadar gidebilirim sanırım” diye düşünmeye başladım. Cuma ve Cumartesi görüşümde önceki güne göre fark edilir bir iyileşme olmayan günlerdi. 2 duraklama gününden sonra bugün (Pazar) her şey biraz daha netleşti. İlk güne göre fark edilir bir ilerleme var ama kaç derecedir bilemiyorum.
gözlüksüz sağdakine yakın bişeyler görüyorum

Bu derece miyopta bazı şeyler bir renk bulutu olarak görünüyor, bazı şeyler şekil değiştiriyor ve birçok şeyde detaylar tamamen kayıp. Mesela uzaktaki insanlar kıyafetlerine göre bir renk bulutu gibi görünüyorlar, tanıdığım kişileri yürüyüşlerinden, boylarından ayırt edebiliyorum. Yakınımdaki insanların vücut formları tamamen değişiyor sanki fazla modernize bir tablo gibi, yüzlerinde ise detaylar kayboluyor.

Görüşümün iyileşmesini desteklemek için bir şeyler daha yapmanın iyi olacağını düşündüğüm noktada CranioSacral danışanlarımdan birinden e-mail geldi, blogu okuyup bana bir link göndermiş. Linkte Bates metodundan sözediyordu. Bates taa 1900lerin başında göz bozukluklarının, alışkanlığa bağlı kas zorlanmalarından (habitual strain) meydana geldiğini ve göz kasların dinlendirilmesiyle göz bozukluklarının tamamen geri dönebileceğini iddia etmiş. Bunun için de bir dizi egzersiz geliştirmiş. Ben de fırsat buldukça Bates metodunu göz yogasıyla harmanlayıp uyguluyorum. Uyguladığım egzersizler şunlar:

göz yogası hareketleri
1. Dimdik oturup, boynumu da düz ama rahat tutarak tam karşıda 2-3 metre ötede bir noktaya bakıyorum. Nefes alırken başımı hiç hareket ettirmeden gözlerimi mümkün olan en yukarı noktaya kaldırıp, nefes verirken yine tam orta noktaya indiriyorum. Bunu yukarı, aşağı, sağ, sol, sağ üst çapraz, sağ alt çapraz, sol üst çapraz, sol alt çapraz olmak üzere 8 yöne uyguluyorum ve her yön için en az 10 tekrar yapıyorum. Burada önemli olan gözleri hareket ettirirken tam kaslarda zorlanmayı hissetmeye başladığım noktaya kadar gelmek; ne aşırı zorlama ne de hiçbirşey hissetmediğim bir aralıkta gezinmek. Özellikle göz kaslarını aşırı zorlama göz sinirlerine yük bindirebiliyor ya da baş ağrısı yapabiliyor aman dikkat


2. İki elimi hızlıca birbirine sürterek ısı yaratıyorum, sonra avuç içlerimi çukurlaştırarak gözlerimin üstüne kapatıyorum. Ellerimin yüzüme baskı yapmaması ve kollarımın da yorulmaması için mutlaka dirseklerimin altına bir yastık alıyorum. Sonra göz ve yüz kaslarımı olabileceği en rahat konuma getirip karanlığa bakıyorum. Bunu yaptığım sürece göz kapaklarım kapalı oluyor. Günde en az 2 kere, 10 dakika tekrar etmeye çalışıyorum. Her 10 dakikalık seanstan sonra gözlerimi ilk açtığımda birkaç saniye de olsa renkleri çok canlı ve konturları çok net görüyorum. Bu da bana gözlerimin aslında net görme potansiyeli olduğunu ve tek yapmama gerekenin bu potansiyeli açığa çıkarmak olduğunu fark ettiriyor.

3. İkinci adımı birkaç gün tekrar edip karanlığa bakmaya alıştıktan sonra bu adıma geçilebilir. Elleri ve gözleri aynı konuma getirip bu sefer bir ağaç ya da bir bulut “görmeye” çalışıyorum. Beyinde hayal etmek değil, gözler açık ve ağaç tam karşındaymış gibi tüm detaylarıyla görmek… Ve bu gerçekten çok zor.

Hira Ratan Manek - 411 gün sadece güneşe bakarak yaşamış
4. Güneşe bakmak. Ancak ikinci adımı birkaç gün tekrar edip karanlığa bakmaya alıştıktan sonra bu adıma geçilmelidir. Sadece güneşin dik olmadığı saatlerde (11-15 saatleri dışında) uygulanmalıdır. Bir gözümü elimle kapatıp diğer gözümle güneşe bakıyorum, sonra diğer göze geçiyorum. İlk gün 10 saniye ile başladım ve her gün 10 saniye artırıyorum. Güneşe bakarken önemli olan gözleri kısmamak hatta mümkün olduğunca yumuşak ve odaksız şekilde bakabilmek. Güneşe bakmak göz bozukluklarını iyileştiriyor mu konusunda çok fikir ayrılıkları var, ancak müthiş bir enerji veriyor!
Eğer güneşe bakmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız lütfen bunu denemeyin. Güneş değil ama bu şüphe gözlere zarar verebilir.

Güneşe bakmak ve göz yogası Bates metodunda yok, benim eklemelerim. Bates metodu gerçekten ilginç. Daha detaylı bilgi için bu konudaki Türkçe kaynaklara bakabilirsiniz. Sadece güneşe bakarak yaşamak konusu ilginizi çekerse de Hira Ratan Manek'i mutlaka araştırın.

Wednesday, August 15, 2012

Çiğ çiğ yerim: 13-15. günler

yamuk yayla domatesleri - leziz!

Mersin’de çiğ beslenmek bir açıdan çok kolay bi açıdan da çok zormuş. Kolay çünkü meyve ve sebzeler çok çeşitli, çok doğal ve çok ucuz. Annemlerin yaylada kaldıkları evin az yukarısında pazar kuruluyor, köylüler sabah topladıkları ürünleri aynı gün orada satıveriyorlar. Yamuk kocaman domatesler, incecik yeşil fasulyeler, kocaman kara çekirdekli karpuzlar… Pazar günü dışında bişeye ihtiyaç varsa o da sorun değil, teyzeler amcalar o sabah ne topladılarsa erkenden onları yayladan Mersin’e inen yol üzerinde satıyorlar. Kiminin tezgahında sadece 10 karpuz oluyor, kimisinde kasalar dolusu sebze. Malları bitince de evlerine dönüyorlar. Böylece 2 gündür bir leziz domates, kütürdeyen karpuz ve ballı incir cennetindeyim. Bir yandan da zor çünkü bir yandan teyzem bir yandan annem tüm o nefis sebzelerden acayip leziz yemekler pişiriyorlar.

ezme salata

İlk geldiğim akşamın yemeğinde pişmiş ne varsa silip süpürdüm. Ağır geldi. Ertesi gün kontrolü ele almaya karar verdim. İki gündür sabahları yine green smoothie’mi içiyorum. Sonra kocaman beslenme çantamı hazırlıyorum ve Mersin’e iniyoruz. Sabahtan bir tur diş tedavisi yapılıyor, sonra 2 kocaman dilim karpuz yiyorum. Öğlen taze ezme salata ve 10 yaprak kadar marul yiyorum. Ezme salata burada gelende ciğercilerde, ciğerin ya da şiş kebabın yanına ücretsiz servis edilir. Oysa ben onun taze (ve ete değmeden) hazırlanan halini ana yemek olarak yiyorum. Buradaki tazecik domatesler ve maydanozlarla nefis lezzetli bişey oluyor. Öğleden sonra biraz kaju, biraz kayısı ya da el altında ne varsa atıştırıyorum. Akşam da iftar saatinde ziyafet bir sofraya oturuyoruz. Her gün en az 3 çeşit salata oluyor ve bir de pişmiş sebze yemeği. Buradaki nefis sebze yemeklerine direnmemeye karar verdim. Dün akşam zeytinyağlı fasulye yedim, bu akşam da patates salatası. Pişmiş olan her şey doğal malzemelerle ve çok sevgiyle hazırlandığı için yemekte hiçbir sakınca görmüyorum. Zaten yemesem fena halde aklımda kalacak …

Eğer pişmiş bir şeyler yiyeceksem yanında ya da hemen öncesinde mutlaka çiğ bişeyler yiyorum. Çiğ sebze ve meyvelerdeki enzimler pişmiş gıdaların sindirimine de yardımcı oluyor ve böylece sistemime daha az yük yaratıyor. Annemlerin de yediği pişmiş yemeklerin yanında değişik çiğ lezzetler olsun diye 2 gündür çeşitli salatalar yaratmaya çalışıyorum. Bugünkü çalışmalarımdan örnekler:
portakal ve nar ekşisi soslu yeşil salata

susamlı lahana salatası

Adana’da uçaktan iner inmez annem göz aklarımın ve dişlerimin ne kadar beyazladığını fark etti. Cildim de çok güzelleşmiş, gözeneklerim sıkılaşmış. Çiğ beslenmeye başlayalı daha 2 hafta olmadan, üstelik de bu kadar rahat takılırken gözle görülebilir farkların olması çok hoşuma gitti. Ertesi gün diş muayenesinde ise daha iyi haberler aldım. Diş etlerim uzun yıllar olmadığı kadar sağlıklıymış. Yaklaşık 3 haftadır düzenli olarak “oil pulling” yapıyorum. Türkçe karşılığı yok sanırım ama yağ ile ağız çalkalama diye çevirebilirim. Dişetlerimin sağlıklı olmasında bence oil pulling’in ciddi katkısı var. Çok olumlu faydalarını görmeye başladım, bir ara da detaylı olarak onu yazayım.



Monday, August 13, 2012

gözlüklere veda


Yıllar önce göz bozukluklarının ameliyatsız, lazersiz geriye döndürülebildiğini okumuştum. Yazı göz bozukluklarının belirli kas ve sinirlerdeki fonksiyon bozulmalarından oluştuğunu ve göz kasları doğru şekilde çalıştırılırsa bu bozuklukların azalacağından söz ediyordu. Birkaç ay sonra başka bir yazıda aslında vücuttaki tüm rahatsızlıkların iyileşmesindeki temelin niyet etmek olduğuna yönelik bir ifade gördüm. İyileşmeye ve değişme isteğinin hasta kalmak ya da sağlıklı olmak arasındaki temel fark olduğunu anlatıyordu. Bu aynı hastalığa sahip iki insandan birinin neden iyileşip diğerinin neden hasta kaldığını çok net ifade ediyordu. İyileşmedeki tek faktör istek ve niyet değil tabii ki, ama bence en önemlilerinden biri.

Kendimce bu ikisini birleştirdim. Yaklaşık 2.5 yıl önce, 7 yaşından beri ilerlemesi durmamış olan miyop gözlerimi iyileştirmeye karar verdim. Her zamanki üşengeçliğimle de göz yogası kısmını atladım ve sadece istemekle bile bunun mümkün olacağını kendi kendime tekrar ettim.

İlk olarak ilkokul 1. sınıfta yazılılarda sıra arkadaşımın kağıdına bakarken öğretmenim gözlerimin bozuk olabileceğinden şüphelenmişti. O kadar inek ve uslu bir öğrenciydim ki kopya çekebileceğim aklına gelmemiş, tahtayı görmediğim için yandakinin kağıdına sarktığımı hemen fark etmişti. 1 derece miyopla gözlük takmaya başlamıştım, sonra göz bozukluğum düzenli olarak artarak birkaç yıl önce sol gözümde 5.50 sağ gözümde ise 4.75e ulaştı.  Göz numaramı azaltmaya karar verişim de o zamana denk geliyor.

Geçtiğimiz 2.5 yılda sol gözümü 5.50den 4.50ye, sağ gözümü ise 4.75ten 4.00e indirmeyi başardım. Sadece aklıma geldikçe “göz bozukluğum azalacak” diye düşünüyorum. Sistematik bir çabam yok ve yine de oluyor! Bence hiç fena değil. Bunu da orada burada anlatıp duruyordum. Bir CranioSacral eğitimi sırasında söz ettim bundan, hocamız dedi ki “Eğer 11 gün boyunca hiç kontakt lens ya da gözlük takmadan yaşarsan bu sürenin sonunda miyobun sıfırlanır”. Leonid dünyanın sayılı şifacılarından ve birebir deneyimi olmayan hiçbir konuda atıp tutmaz, o yüzden bu iddialı yöntemin doğruluğunu asla sorgulamadım. Ama göz bozukluğum o kadar ileri ki, lens ya da gözlük takmadan 11 gün hayatımı tek başıma idame ettirmem çok zor. 3 karıştan uzaktaki her şey benim için sadece bir renk bulutu.

Şimdi 10 gece 9 gün Gözne yaylasında pinekliyor olacağım. Ara ara diş tedavisi için Mersin’e inmek dışında bahçeli minicik bir evden dışarı adım atamayacağım. Bu süre Leonid’in önerdiği lenssiz ve gözlüksüz hayatı denemek için bana çok ideal geldi. O yüzden 2 hafta önce lenslerimi çıkardım ve gözlüğe geçiş yaptım. Bu gece yatarken de gözlüğümü son kez çıkaracağım ve 23 Ağustos’ta Adana- İstanbul uçağına binene kadar tekrar takmayacağım – en azından niyetim bu. İstanbula gelmeden önce de bir göz muayenesi olup göz numaramdaki iyileşme ne kadar bir kontrol ettireceğim.

Dün küçük bi deneme yaptım. Sabah uyanınca gözlüklerimi takmadım ve akşam 8e kadar evde gözlüksüz yaşamayı denedim. Görme şansı varken görmemeyi seçmek ve bulutsu ve puslu bir dünyada yaşamak çok kolay değil, hatta rahatsız edici. Evim kadar minicik ve tanıdık bi yerde bile bazen zorlandım, özellikle bişeyleri aramam gerektiğinde ya da çevremde rüzgar sebebiyle ani bir hareket olduğunda çok huzursuz oldum. Dışarı çıkamadım. Yine de 31 yıldır gözlüksüz ya da kontakt lenssiz ve uyanık geçirdiğim ilk 10 saatti.

Yarından itibaren blog yazılarımı herhalde 22pt bold Helvetica ile yazarım, ya da klavyeyi görmediğim için yazamam, bilemedim :)

Sunday, August 12, 2012

Çiğ çiğ yerim: 9-12. günler


Ayay başlayalı 10 günü geçmiş! Bu 10 günde neler değişti?
- Mutluyum, son birkaç gündür bayağı mutlu uyanıyorum ve günüm öyle devam ediyor
- Yaz gelince yapış yapış havayla düşmüş olan enerjim yerine geldi
- Daha az uyku yetiyor. Bu aralar tembellikten genelde geç saatlere kadar uyuyorum ama gerektiğinde 6 saat uykudan sonra, saat kurmadan kalkabiliyorum.
- Göz aklarım ve dişlerim daha beyaz
- Bacaklarımdan yüzüme, tüm vücudumda cildim sanki sıkılaştı, güzelleşti. Hoş, derinden gelen bi ışıltı var.
- Ve fakat çenemde 10 ergenin yüzünü kaplamaya yetecek kadar çok miktarda ve acılı sivilceler var yine. Üstelik de neredeyse 1 haftadır oradalar ve azalmıyorlar. Yani neyin arınmasıdır bu anlamıyorum?
- Biraz da inceldim sanki. Tüm gün “öfff sıcak” diye evde oturup hiç hareket etmeden ve her gün 2 kilo meyve yiyerek incelebilmek nefis! Tartım yok o yüzden kilo verdim mi bilmiyorum.

Badem çok besleyici, hele de kavrulmamışı
9 ve 10. günler %100 çiğ beslendim (üstelik de zeytinsiz!) ve gerçekten müthişti. Sabahları bir litre green smoothie, öğlen kocaman bir salata, akşam da ya salata ya da meyve ve aralarda istediğim kadar meyve ve suda ıslatılmış badem ya da ceviz.

Beslenme çoğumuz için ölçülen, tartılan kısıtlanan bişey. Yemek yediğimizde kendimizi suçlu hissederiz, telafi etmemiz gerektiğini düşünürüz. Ertesi günü ya aç geçiririz ya da gym’de kendimizi cezalandırırız. Sonuçta yediğimiz şeyler ne bedensel ne de duygusal olarak bizi besler.
Oysa canlı beslendiğinizde, bir süre sonra sisteminiz arındıkça kendi kendini dengeleyebilir hale gelir. Neye ihtiyacı olduğunu hissederek size işaret verir. Mesela kalsiyuma ihtiyacınız varsa canınız badem ister ve avuç avuç yeseniz de kilo almazsınız. Bağışıklık sisteminiz zayıflamışsa bir oturuşta 7 portakal yiyebilirsiniz. Hayatta aklınıza gelmeyecek, belik çok da sevmediğiniz bi sebzeyi salataya doğrarken bulabilirsiniz kendinizi. Diyetisyenlerin “bir kibrit kutusu” formülleri değil, sizin bedeninizin gerçek ihtiyaçları sizin neyi ne kadar yiyeceğinizi belirler. Güzel bir döngüdür bu, siz bedeninizi dinleyip onun ihtiyaçlarını karşıladıkça bedenininiz de size daha çok güvenip daha çok şey paylaşır…

Ha, 9 ve 10. günler muhteşemdi ya, sonra şımardım. 11. gün öğlen yemeğim mercimek çorbası, akşam yemeğim üzüm ve leblebiydi. 12. gün yağmurdan ve tembellikten evden çıkamayınca evde bulabildiğim malzemeyle curryli patates yaptım. Patates ki sindirimi kolaydır, basit karbonhidrattır falan  ağır geldi. Gece ¾ kavunla günü kapattım, ama patatesten karnım hala şişkin.

Yarın öğlen 10 günlüğüne Mersin’e gidiyorum. Mersin’e bile değil, Gözne yaylasına. Bir yandan çok seviniyorum çünkü dağ köylerinden sabah toplanan domatesleri, ıspanakları alıp yiyebileceğim. Ama 5 kişinin her öğün bişeyler pişirip yiyeceği bir evde olacağım, o nasıl olacak bilemiyorum.

Friday, August 10, 2012

Çiğ çiğ yerim, ama kaç paraya?

manavdan daha zengin çeşit sunabilen bi lokanta var mı?

Çiğ beslenme aslında dünyada hem en pratik, en hızlı hem de en ucuz olabilecek beslenme modellerinden biri. Manavdan 1 kilo kayısıyı 4 liraya alıp anında yıkayıp yiyerek doyabiliyorum. Üstüne üstlük de hangi restorana gittim, masamın yeri iyi miydi, menüden ne seçtim, servis hızlı mıydı dertlerinin hiçbiri olmadan, ucuz, doğal nefis ve sağlıklı bir yemek. Canım biraz daha çeşitli ve renkli bişeyler mi istedi? En yakın esnaf lokantasına girip bir çoban salata bir de mevsim salata aldım mı da en az 6 çeşit sebze yemiş ve doymuş oluyorum. 2 porsiyon salata Beyoğlu’ndaki birçok lokantada 3-6 lira. Ya da evden çıkarken yanıma bir avuç fındık biraz da kuru dut aldığımda uzun saatler nerede ne yiyeceğim derdi olmadan dışarıda olabiliyorum. Ani açlık krizlerini atlatabilecek kadar nevale yanımda olduğunda da acele ve sonrasında  pişman olacağım kararlar vermemiş  oluyorum (Patlıcan kızartmaya saldırmak bende hep bi pişmanlık duygusu yaratır).

Çiğ vegan beslendiğimde aslında konvansiyonel beslenmeye göre çok daha fazla hacimde yiyecek tüketiyorum. Ama ilginçtir ki genelde daha az para veriyorum ve kat kat daha fazla gerçek besin alıyorum. Çiğ beslenmenin sadece havuç kemirmek ya da sonsuza dek marul yaprağı çiğnemek olduğu gibi bi yanlış inanış var. Çiğ beslenmede seçenekler çok fazla ve gittikçe de artıyor.
çiğ vegan çikoloatalı puding ( http://gliving.com)
Öğünlerinizi çiğ ve vegan yemekler sunan restoranlarda yemek isterseniz (mesela Akatlar’daki Saf) çok lezzetli ama biraz pahalı şeyler yiyebilirsiniz. Hiç ateş görmemiş nefis pizzalar, yumurtasız ve sütsüz çikolata bombası tatlılar aynı zamanda “aah nerde o çikoloatalı kek yiyebildiğim günler” nostaljinizi tatmin ediyor.
Organik pazarlardan kendi sebze ve meyvalarınızı alıp her öğününüzü evde hazırlayabilirsiniz. İdeal senaryo bence bu, böylece hem malzemelerin sağlığından ve kalitesinden hem de sevgiyle hazırlandığından emin olabilirsiniz.
Ben daha tembelim, üstelik de parasız bir dönemimdeyim. (Parasız herkes için farklı algılanabilecek bir kavram. Benim sözettiğim asgari ücret kadar bir parayla tüm ayın beslenme ve ulaşımını karşılayabilmek.)  “Çiğ beslenme pahalı” diyenlere örnek olsun diye bu aralar ortalama bir günümün yemek maliyetini detaylandıracağım.

Sabah: Green smoothie. İçinde 200 gr kadar ıspanak (50 kuruş), biraz nane (40 kuruş), 3 yaprak marul ya d kuzukulağı (~10 kuruş), 2 muz (1.5 lira), 1 kiwi (75 kuruş), yarım limon (25 kuruş), 2 portakal (70 kuruş) 2 hurma (işte bunun fiyatını bilmiyorum) ve 1 tatlı kaşığı hemp seed ( 50 kuruş) oluyor, Yani bir litreden fazla ve hemen her türlü vitamin ve minerali içeren bir içeceğe kahvaltı için yaklaşık 4 lira veriyorum.
Ara: Gün içinde ara öğünlerde bir kavun artı bir kilo kadar kayısı/üzüm/nektarin yiyorum. Bunun da ortalama maliyeti 6-8 lira.
Öğlen: Balkan lokantasından aldığım bir porsiyon mantarlı salataya (3.5 lira) evde Chimera’nın karışık yeşilliğinden ¼ paket (~1 lira) ve domates (50 kuruş) ekliyorum. Öğle yemekleri de ortalamada 5 liraya maloluyor
Akşam: Eğer arkadaşlarımla dışarıda buluştuysam peynirsiz Akdeniz salata yiyorum (~10 lira), evdeysem bazen öğlenin aynısını (5 lira), bazen de sadece meyva bir kase fındık ya da badem yiyorum ki bu da yaklaşık 5-6 lira tutuyor.
Bu aralar ortalama bir günün maliyeti 20-23 lira oluyormuş. Şu anda İstanbul’daki birçok cafe ve restoranda bir porsiyon makarna fiyatından daha az. Yediklerimin makarnadan çok daha besleyici olduğunu söylememe gerek bile yok sanırım?
Bir süre sonra, özellikle de kış sebzeleri çıkmaya başladıkça bu maliyet daha da azalacak. Ayrıca hala umutluyum, dışarıdan salata almak yerine gün gelip evde kendi salatamı yapacağım. Maliyeti belki çok azaltmayacak ama en azından aldığım besin miktarı artacak.

Wednesday, August 8, 2012

Çiğ çiğ yerim: 4-8. günler

Bu çiğ beslenmeye geçiş süreci fazla kolay oluyor sanki… Geçiş burada anahtar kelime, kendime karşı olan beklentilerimi azaltıyor. Az beklenti de mutluluğu beraberinde getiriyor-muş.
Normalde gri tonlarım yoktur, siyah ya da beyaz. Geçişler de becerebildiğim şeyler değillerdir. Bi sabah uyanırım ve bişeyleri 180 derece değiştirmeye karar verip o an başlarım. Bir süre kafa göz dalar sonra sonra genelde sıkılır bırakırım, aynı koşullarda devam edebildiğim nadirdir.  Hatta veganlık ve içki içmemek son 6 yılda yaşamımda hiç taviz vermediğim iki ana başlık olsa gerek…
İşte o yüzden de bu sefer bi “geçiş” yapabiliyor olmak, ara ara kaçamaklara izin verip onlara gülümseyebilmek ve hatta bu kaçamaklardan keyif alabilmek hoşuma gitti.

Kendi yemeğimi hazırlama konusunda hala çok tembelim. Sabahları green smoothie’mi yapıyorum, her öğlen de yan sokaktaki Balkan Lokanası’ndan paket bi salata alıyorum. Rengarenk ve çok da leziz salataları var. İçinde bir gün haşlanmış mantar bir gün de haşlanmış patates oluyor. Sonra evde o salataya bir sürü marul, yeşil biber, domates ve sızma zeytinyağı ekleyip yiyorum. Cumartesi akşam yemeğim Govinda’da vegan
Govinda'nın vejetaryen tabağı
tabağıydı. İçinde acayip kızarmış şeyler olsa da Govinda’nın yemeklerinin enerjisi nefis, sevgiyle yapıldığı için oradaki kızartmalar asla beni rahatsız etmiyor. Pazar akşam yemeği peynirsiz Akdeniz salata, Pazartesi yarım kavun ve bir kiloya yakın kayısı idi. Salı yani bu akşam da tekrar Balkan'dan bir salata ve yarım kavun yedim. Düşününce aslında Cumartesi hem öğlen hem de akşam fazla pişmiş yemişim, özellikle de kızartma. Ama kalan günlerde sadece 3-5 parça haşlanmış mantar ya da patates ve salamura zeytinler dışında gayet “canlı” beslenmişim.

Çayı da unutmamak gerek tabii, onu da bi anda bırakmak iyi gelmedi bana, o yüzden her gün 2-6 bardak arası çay içmişim.

Çiğ ve vegan çikolatalar:)
Çiğ beslenmenin bir sürü yolu var. Çok özenerek hazırlanmış gurme yemekler yiyebilirsiniz. Ağırlıklı meyva ile beslenebilirsiniz ki bu çok arındırıcıdır. Yeşil sebzelere ağırlık vermek de çok alkalize edici ve mineral depolayıcıdır. Pişmiş yemekler yiyenlerin hayatında ne kadar çok tercih ve çeşitlilik varsa aslında çiğ beslenmede de en az o kadar çeşit vardır. Ama uzun süredir böyle beslenenlerin hemfikir olduğu tek konu çiğ beslenmede yağ oranını düşük tutmanın sağlık için daha iyi olduğu. Fındık fıstığa, tohumlara, zeytinyağına ve özellikle de onların verdiği “tokluk” hissine kapılmak çok kolay. Başlangıç ve geçiş dönemleri için çok da önemli bir konu değil ama uzun soluklu canlı beslenmek isteyenlerin dikkat etmesi gereken bir konu.


Çevremdekilerle konuştukça farkettim ki, Çiğ beslenme İstanbul'da bir süredir modaymış. Bu modanın takipçileri de genelde de üst gelir grubundanmış. Ben çok düşük bir bütçeyle, fantastik besin destekleri ya da pahalı "hazır çiğ" besinler olmadan, ortalama bi manavda ya da markette bulunabilecek yiyeceklerle ve oldukça düşük bir bütçeyle beslenmekteyim. Yarın daha detaylı olarak bunu yazayım.